31 Aralık 2010 Cuma

2010'dan 2011'e; Mutlu Yıllar

Bugün bütün gün ha yazdım ya yazacağım derken ancak bu saate (15:30) kaldı yazım.
2011'e sayılı saatler kala geride kalan saatleri düşününce benim için farklı olacağını düşündüğüm 2010 gerçekten de öyle oldu.
Önemli çalışmalar yapmaya başladığım bir yıl oldu. Eğitimler, etkinlikler ile başlayan bir yıldı. İletişimde Mükemmellik ve Liderlik Programının ikincisini düzenledik. İnsan Kaynakları; Kıymetli İnsan ve Modern Marketing eğitiminin ilkini düzenledik. Kocaeli Üniversitesi Film Şenliği, Turizmde Genç Kariyer, Ali Saydam ile Bersay'da Bireysel Gelecek Tasarımı gibi çalışmalarla yılın ilk yarısını noktaladım.
Tam da o dönemde aldığım bir iş teklifi ile farklı bir noktaya aynı eksende sürüklendim ve yılın ikinci yarısının gelişmelerini belirleyen işime başladım. Değerli Banu Dalaman başkanlığındaki birlikte İstanbul Aydın Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi'nde. Orada da yoğun çalışmalar ve başarılı projelerle yola devam ediyorum.
Az acı, az hayal kırıklığı ama geneli itibariyle çok güzel bir yıl oldu 2010. Aşk yoktu yine! :)
2011'de yeni bir siteyle, yeni projelerle daha etkin şekilde yola devam etme kararlılığında olacağım bir yıl olacak.
2011 hepinize sağlık, varlık, bereket, iş, özgürlük, aşk, mutluluk getirsin dilerim.
:)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Fikir Yoksulu CHP

İletişimde hata yapan kaybetmeye mahkumdur. Eğer bunu bir siyasi parti yaparsa ya da yapmaya devam ederse oy kaybetmesi de kaçınılmazdır. Hele ki rakipleriniz sizin hata yapmanıza gerek kalmadan stratejilerini oluşturmuş ve ona göre mücadelesini veriyorsa sizin yaptığınız hataların bedelinin ağır olması kaçınılmaz.
Bu sözlere yazıya başlamamın sebebi CHP PM üyesi Korkmaz Karaca! Geçtiğimiz gün Ahmet Hakan'ın konuğu olarak CNNTÜRK'de konuk olan Karaca'nın üslubu, karşısındakileri aşağılar şekilde konuşmaları, konuştuklarının da hamasetten öteye gitmediğini izleyenler görmüştür. Kılıçdaroğlu'nun gelişiyle birlikte "değişim" rüzgarlarını estireceği söylenen ve benim de belli noktalarda inandığım CHP'de PM üyesi bir isim, yanındaki konuşmacıya (Barış Yarkadaş), yine Fikri Sağlar'a telefonla bağlanan BDP Milletvekili Bengi Yıldız'a demediğini bırakmadı. İnsan haliyle düşünüyor bu tv programına hem de böylesine hassas bir konu (BDP-CHP ittifakı) gündemdeyken, kim izin verdi de Karaca çıktı kendini bilmez üslubu ile CHP imajını yerle bir etti!
CHP'ye çok yakın bir isimden aldığım bilgiye dayanarak söylüyorum, Korkmaz Karaca'nın bu programa çıkmasına Önder Sav izin vermiş! Evet yanlış duymadınız, Önder Sav. Partinin halkla ilişkiler ve tanıtımdan sorumlu genel başkan yardımcısı dururken Önder Sav'dan izin alıp katılmış Karaca. Ki Karaca'nın PM üyesi olmasında katkısı bulunan ismin de kim olduğunu söylemiş olmama gerek yok sanırım.
O gece yaşanan iletişim kazalarının haddi hesabı yoktu! Yetmedi bir de Gürsel Tekin katıldı canlı yayına. O da başladı PM üyesini azarlamaya. Yaptığı doğru olmasına doğru da yeri yanlıştı. Bu işlerin böyle olmayacağını en iyi bilenlerden biri olması gereken Tekin'in de böylesine bir hata yapıp, gaza gelerek canlı yayına bağlanması CHP'nin iletişim yönetimi adına durumunun vahim olduğunu, belli bir strateji ekseninde hareket etmediklerinin de adeta ispatı.
Wikinomics kitabının yazarı Don Tapscott, "Hükümetlerin ve sistemlerin de mobil internete göre dönüşmesi gerekir. Temel değişiklik kurumsal değil, medeniyet değişimi. Network çağına girildi. Dünyayı yeniden sanayileştirmek gerekir."
Bilgi ekonomisinin giderek güç kazandığı, strtejilerin her anlamda bu yeni ekonomik modele göre düzenlendiği ve pozisyonların alındığı bu zamanda CHP'nin hala iletişim stratejilerini tartışmamız bile durumun vahametini gösteriyor. CHP değişecek mi? Buna inanıyorum ama bu sorudan daha önemli olan bir gerçek "zamanında" gerçekleşecek mi bu!
CHP'nin değişmeyeceğine inanmakla AK Parti için "bunlar Milli Görüşçü, değişmezler" demek arasında hiçbir fark yok! CHP'de elbet değişecek ama bunu partide büyük bir devrim yapmadan beklemek mümkün değil. Klasik iletişim yöntemleriyle, bilgisiz fikir sahibi olan PM üyeleriyle, hep "ben" kaygısıyla kendisini liderinden ve partisinden öne tutan şovmen yöneticileriyle, kafa karıştıran ikircikli durumlar ile, belli bir ideolojinin ekseninde bu çağda hala değişime kapalı tutarak kendilerini "koruyucu" konumuna taşımalarıyla CHP'nin iktidar olma şansı az ile yok arasındadır.
CHP önce "fikir yoksulluğundan" kurtulmalı! Bunu sağlamak için eskileri gönderip yenileri bünyesine katmalı! Geçmişte haksız yere partiden ihraç ettikleriyle yeniden, bütün korkularından sıyrılıp barışmalı, kapılarını onlara açmalı! Politika üreten, "bilgi dayanışması" kültürünü içselleştirmeli. CHP artık bir siyasi parti olmaktan öte siyasetçi yetiştirme merkezi de olmalı. Gençlerden gerçek manasıyla faydalanmalı. Fayda amacı gütmekten de öte onları "anlamalı". Muhalefet etmek ne demek bir defa bunu öğrenmeli. Bir senfoni orkestrası ahenginde hareket etmenin estetiğini ve başarısını yakalayabilmeli CHP!
Yoksa yıllarca "ne olacak bu memleketin hali" diyenlerin, "ne olacak bu CHP'nin hali" deyip, "CHP'yi kurtarma" planlarını her gün dinlemeye devam ederiz...
Anket Sonuçları
Başbakan Edoğan'ın dün ki kapalı grup toplantısında açıkladığı bir anketi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Buna göre bugün seçim olsa; AK Parti'nin oyu yüzde 46.8, CHP yüzde 25, MHP yüzde 12.7, SP yüzde 2, DP yüzde 2, Has Parti 0.7, BBP yüzde 1, BDP ise yüzde 6.
Bu oranlarda gösteriyor ki mevcut hali ile yenileşmenin CHP'ye pek faydası olmamış. Has Parti'yi dikkatle izliyorum. Daha bir ay bile olmadan kurulalı yüzde 1 civarı oy oranını yakalaması, başarılı çalışmaları ve kendilerini iyi konumlandırmaları halinde daha da yukarı çıkacaktır.
Seçimlere 7 ay kala kulisler hareketlendi. Özellikle AK Parti'de kadroların % 60 oranında değişeceği söylentileri şimdiden o cephede hareketliliği de beraberinde getirdi. AK Parti seçimlere hazırlanırken CHP'nin hala kurultayı yapsak mı yapmasak mı modundan kurtulup bir an önce seçim çalışmalarına başlaması gerekiyor. Yoksa sonrası için çok geç olabilir.
Öğretmenler Günü
Öğretmenler Günü, okul aile birliklerinin, öğrencilerin "öğretmenlerine" hediye aldıkları sıradan bir gün olmaktan çıkmalı artık. Mutsuz ve umutsuz olan öğretmenlerimize, öğretmen adaylarımıza daha iyi şartlarda eğitim verme imkanlarının verildiği, "öğretmekten" başka bir şey düşünemediği günlere de kavuşacağız inşallah. Bütün öğretmenlerimizin gününü kutlarım. Umutsuzluğa kapılmadan gelecek nesilleri yetiştiren o akıllara sağlık diler, ellerinden öperim.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Siyaset Akademisi 2'de Öğrencilere Bayram Hediyesi!

Yakından takip edenlerin bildiği üzere Haziran ayından beri İstanbul Aydın Üniversitesi'nde çalışıyorum. Banu Dalaman'ın başkanlığını yaptığı Türkiye Araştırmalar Merkezi'nde onun yardımcısı olarak çalışmaktayım. Küçük küçük projeleri hayata geçirirken kapsamlı program ve projeleri de uygulamaya koyduk. Bunların biri geçtiğimiz Mayıs ayında ilki gerçekleşen Siyaset Akademisi programı.
6 Kasım tarihinde Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Eski Başkanı Sn. Celal Doğan'ın açılışını yaptığı programımızda DP Genel Başkan Yardımcısı Sn. Ahmet Özal'da bir konuşma yaptı. O haftanın detaylarını ve fotoğraflarını tam olarak burada görebilirsiniz!
"Vesayet ve Demokrasi - Azınlıklar ve Birlikte Yaşam - Siyaset ve Medya - Ekonomi ve İşsizlik - Terör - Yerel Yönetimler - Dış Politika ve Komşularla Sıfır Sorun - Kıbrıs Sorunu ve Çözümü - Siyasal İletişim Yönetimi - Siyaset ve İş Dünyası - Siyasal Örgütlenme - Sivil Toplum Kuruluşları - Enerji Politikaları - AB ve Medeniyetler İttifakı - Demokratik Açılım - Etkili İletişim ve Liderlik - Sanat ve Kültür Politikaları" başlıklarında 18 hafta sürecek olan bu programımız her cumartesi saat 10:00 - 17:00 arası gerçekleşecek.
Konuşmacı isimleri saymakla bitiremeyiz. Hepsini görmek için buraya bakınız!
Öğrenciler için Kasım ayı boyunca hem vize hem bayram hediyesi olarak bu eğitim 50 TL. Kayıt olmak isteyenler buradan bilgi alıp, kayıtlarını gerçekleştirebilirler.

10 Eylül 2010 Cuma

12 EYLÜL'DE "HAYIR"DA HAYIR VARDI!

82 Anayasası yüzde 92 gibi büyük bir çoğunlukla kabul edilmişti. O zaman ki seçimlerde % 8'lik "RET" yanıtı verenlerin kimler olduğunu hala çok merak etmekteyim. 82 Anayasası dehşet veren bir zaruretin sonrasında ortaya çıkmıştı. Uzun yıllar süren terör ve anarşi ortamından millet bıkmıştı. O dönemde 16 bin genç hayatını kaybetti. Bu durum üzerine askerler yönetime el koydu ve sonrasında malum Anayasa metni uygulamaya sokuldu. Bu Anayasayı hazırlayanlarda kendi görüşlerine göre şekillendirdiler. Bunun yanında kendilerini garantiye almak için vesayet kurumlarını inşa ederek bunu sistem haline getirdiler.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok tarihi bir dönemecin eşiğinde Anayasa oylaması yapılıyor. Bu halk oylamasını tarihi kılan özellik ise vesayetçi yapılarla halkın iradesini rafa kaldıran, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ifadesini "Egemenlik kayıtlı şartlı milletindir" haline getiren bir yapı söz konusu. Bireyleri adeta yok sayan bir yapı kuruldu. Bu tür yapılanmalar bir çok ülkede vardı. Mesela İspanya'da vardı ama bu yapılanma devre dışı bırakıldı. Aynı şekilde Portekiz'de, Yunanistan'da devre dışı bırakıldı. Ama insanı geri planda bırakan darbe anayasası hala yürürlükte.
Kimi uzmanlara göre her askeri darbe Türkiye'yi en az on yıl geriye götürdü. 1980 darbesinin verdiği zarar ise, sadece ekonomik kayıp, insan hakları ve hukuk ihlalleri bakımından ülkeyi yirmi yıl geriye götürdü. Kazanan ise, üniformalı darbeciler, onlarla iş birliği yapan kimi "olağanüstü dönem, bulunmaz Hint kumaşı" siyasiler ve iş birliği halindeki sermaye kesimi. Asıl kazanan ise, stratejik menfaatleri ülkedeki siyasi iktidarın alaşağı edilmesini gerektiren bazı süper güçler oldu. 1980 darbesinden komşumuz Yunanistan'ın kazancı ise NATO'nun askeri kanadına geri dönebilmesi oldu.
Yıllardır Türkiye'de ters giden, Türkiye'nin gelişmesini engelleyen uygulamalar var. Ülkemizin sırtında taşımaya mahkum edildiği kamburlar var. Askeri vesayet gibi, yargının bir baskı unsur olarak kullanılması gibi, hukukun hak aramak için çalışması gerekirken hakların kısıtlanmasına yargının destek olması gibi haksızlıklar maalesef Türkiye'de uygulandı. 12 Eylül'de yapılacak referandum; insanların inancına, yaşantısına, kılık kıyafetine göre fişlenmesi meselesinin önüne geçilmesi açısından, Anayasa Mahkemesi'nin 11 kişinin inisiyatifiyle hareket eden bir kurum olmaktan çıkıp yönetimiyle gerçekten milletin, meclisin ve insanların da duygularını, inançlarını karşılayacak kararlar alması açısından, ayrımcılığın hiçbir şekilde yapılmaması açısından, kadınlar, engelliler, çocuklar için bir takım gelişmelerin yer alması açısından, sendika haklarının, seyahat hürriyetinin, grev hakkının konulmasıyla ilgili önemli şeylerin olması açısından daha da önemlisi Türkiye'de de artık Batı standartlarında bir demokrasi, din ve vicdan hürriyeti olması açısından çok önemli bir meseledir.
"Bazılarının diğerlerinden daha eşit olduğu" bir sitemi bize dayatan 12 Eylül Anayasası'nın içerdiği haksızlık, adaletsizlik ve zulmü kısmende olsa ortadan kaldıran Anayasa değişikliğini sarp yokuşun önündeki bir kayayı kaldırmak olarak görüyorum. Bu değişikliğin yeterli olmadığının herkes farkında. Siyasi partiler yasası, seçim kanunu, dokunulmazlıklar, YÖK gibi bir dünya açmazın daha olduğu bu garabetin artık kökten çözülmesi gerektiği aşikardır. Ama bu kadarlık bir değişikliğin bile ne tür engellerle karşılaştığını ve kimlerin ne şekilde bu değişikliklere engel olmaya çalıştığını görmek gerçekleri daha da iyi algılamamızı sağlıyor.
Üstad ne güzel söylemiş:"Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam." Devamlılığı sağlamak için medeni bir sistemi oluşturmak gerekiyor. Medeniyeti oluşturmak için de asgari düzeyde haklara ve özgürlüklere sahip olmak gerekir. Referanduma bir anlamda bu medeni sistemin inşa edilmesi yolundaki ilk adım olarak bakıyorum.
Devletteki puslu havayı dağıtmak, halkın denetleyebildiği bir yönetimi kurmak için yapılacak çok iş var ülkemizde. Bunlardan birisi Anayasa değişikliği olarak önümüze gelmiştir. Temel hakları yerine genişleten, halkına yeni alanlarda hizmet vaat eden, sorumluluk yüklenen şeffaf bir devlet için köklü bir Anayasa değişikliğine gitmek gerekiyor.
İşte ben köklü Anayasa değişikliğinin sağlanacağı ortamın bu referandumdan çıkacak yüksek "evet" oy oranı sonrasında gerçekleşeceğini düşünüyorum. 1982'deki Evet'in günahını, 12 Eylül'deki bir başka Evet silecektir. O zamanki "Hayır"da hayır vardı. 12 Eylül'deki "Hayır" ise şer kokuyor. 12 Eylül 1980'in karanlığını temizleme fırsatının ilk adımı yine bir başka 12 Eylül'de milletin önüne çıkıyor.
Ve şuna inanıyorum ki, doğru olan doğru zaman ve doğru yerde gerçekleşecektir. Ve dilerim ki bu referandumdan Allah, milletimiz ve devletimiz için en hayırlı olanı nasip etsin! Halkımızın partiler üstü düşünerek bir karar vermesi ve vicdanlarını rahatlatacak tercih hangisi ise ona göre oy kullanmaları yegane arzumdur. İnanıyorum ki milletinizin vicdanı tarih boyunca gerçekleri işaret etmiş ve sonunda çok badireler yaşansa bile en doğru olanın gerçekleşmesini engelleyememiştir.
Son olarak hatırlatma yapmak isterim: http://www.ysk.gov.tr/ysk/secmenBilgi.jsp sitesine girerek nerede oy kullanacağınızı görebilirsiniz. Haklarımızın olmamasından şikayet eden bizler en doğal hakkımız olan ve milli iradenin gerçekleştiği yegane yer olan sandıkta bu hakkımızı sonuna kadar kullanmalıyız. Kararımız her ne olursa olsun!

7 Ağustos 2010 Cumartesi

ÖĞRETMEK BİLMEKTEN ÇOK DAHA ZORDUR

Yüzyıllar önce, dünyanın ücra köşelerinden birinde bulunan bir adaya ateş, geç de olsa gitmişti. Bu adada dört ayrı kabile bulunuyor, adanın dört köşesinde birbirlerinden kopuk yaşamlarını sürdürüyorlardı. Adaya yakın bir kara parçasında öğrencileriyle birlikte yaşayan bir bilge bu adaya gezi düzenlemeye karar verdi. Bir gemiye bindiler, zor bir yolculuktan sonra adaya ayak bastılar. Birinci kabileye ulaştılar. - Bu kabilede ateşi sadece rahipler kullanabiliyordu. Bunun kendilerine verilmiş bir kutsal armağan olduğuna diğerlerini inandırmışlardı. Sadece rahipler ısınıyor ve sıcak yemek yiyordu, diğerleri donuyor ve çiğ et yiyordu. Bilgenin öğrencilerinden biri "ben burada kalacağım ve bütün insanların ateşten faydalanmalarını sağlayacağını" dedi. Bilge ve diğer öğrencileri onu orada bırakıp yollarına devam ettiler, ikinci kabileye geldiler. - Bu kabiledeki insanlar ateşin ilahi bir güç olduğuna inanmışlardı ve ateş yakmaya yarayan bütün araçlara tapıyorlardı. Ama ateş yakan yoktu. Bir öğrenci "ben de burada kalıp bunlara ateş yakmayı öğreteceğim" dedi, orada kaldı, diğerleri yola devam edip üçüncü kabilenin yaşadığı yere geldi. - Bu kabilede, bir zamanlar ateşi adaya getiren adamın totemleri yapılmış ve her yere yerleştirilmişti. Halk ona tapıyordu. Birkaç kuşak öncesi ateşi görmüş, getiren adamın tanrı olduğuna karar verilmiş ve bu inanç yerleşmişti. Ama sonra kimse ateş yakmaya teşebbüs etmemişti. Öğrencilerden biri de ben burada kalacağım dedi, diğerleri dördüncü kabilenin köyüne yöneldi. - Dördüncü kabile de ateş yakmıyor ama ateş hakkında yayılmış abartılı söylentilere inanıyordu. Ateşin kendisi bir tür tanrı yerine konulmuştu. Ateş yakmayı kimse bilmiyor ama hep ateşin gücü hakkında hikâyeler anlatılıyordu. Başka bir öğrenci de bu köyde kalmak istedi. Bilge ve öğrencileri adayı biraz daha dolaşıp dört köyde kalan öğrencileri almak için tekrar aynı yolu izleyerek geri döndüler. Birinci köydeki öğrenci konuşmaya başlar başlamaz rahiplerce suçlanmış, bir yabancıya inanacağına kendi rahiplerine inanan halk da öğrenciyi yakalayıp yakmıştı. İkinci köydeki öğrenci, halkın tapındığı aletleri kullanarak ateş yakar yakmaz halk korkmuş, tapındıkları nesnelerin böyle kullanılmasına infial göstermiş ve öğrenciyi öldürmüşlerdi. Üçüncü köydeki öğrenci, bir insanın totemine tapmanın yanlışlığını belirterek söze başlayınca hemen öldürülmüştü. Dördüncü köydeki öğrenci de ateşin gerçekte ne olduğunu anlatmaya başladığı anda öldürülmüştü. Bilge ve kalan öğrenciler gemiye döndüler, denize açıldılar. Bilge bu ada gezisinin sonucunu şöyle özetledi: "Öğretmek bilmekten çok daha zordur. Bilmek istemeyenlere, bilgiye direnenlere bir şey öğretmek de en zorudur. Cahiller bildiklerine inanırlar ve yeni bilgilere direnirler. Ama aynı zamanda bir huzursuzluk içindedirler, bu yüzden de gerçekten bilen insanlardan nefret ederler; onları yakarlar, öldürürler..."

6 Ağustos 2010 Cuma

DÖNÜŞÜMÜ ANLAYABİLMEK

4 Ağustos 2010 tarihli Zaman Gazetesi'nde Dr. Saruhan Özel'in EKOANALİZ köşesinde yazdıklarına sizlerin de dikkatini çekmek istiyorum. Dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen ve nereye gidiyoruzun yanıtını arayanların önemle okuması gerektiğini düşündüğüm önemli bir analizi ben de blogumda sizlerle paylaşmak istiyorum. Dr. Saruhan Özel diyor ki; "Dünya ekonomisi sessiz ve derinden gayet istikrarlı şekilde belli bir yöne doğru seyrediyor. Bakın son yıllarda neler oluyor: 1- Gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisinden (üretiminden) aldığı pay sürekli artıyor. 1980 yılında (Türkiye dahil 29 ülkeden oluşan) gelişmekte olan ülkeler grubunun dünya üretiminden aldığı pay %36 iken 2008'de %45'e çıktı. 2014'te ise %51'e ulaşmış olacak. (Grafik 1) 2- Gelişmekte olan ülkelerin tüketimi de hızla artıyor. Artık dünyanın en büyük tüketim gücü ABD ekonomisi değil. 2000 yılında tek başına dünya tüketiminin %34'ünü oluşturan ABD'nin tüketimi düzenli bir şekilde geriliyor ve 2010 yılını %27'lik bir payla tamamlamış olacak. (Grafik 2) 2000 yılında dünya tüketiminin sadece %23'ünü oluşturan gelişmekte olan ülkeler ise bu yıl sonunda ulaşacağı %33'lük payla artık dünyanın en büyük tüketim gücü.

3) Gelişmekte olan ülkelerin liderleri konumundaki BRIC ülkelerinin (yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin grubunun) global hisse senedi piyasa değeri içindeki payı hızla yükseliyor.

ABD borsalarının piyasa değerinin payı 2006-2009 döneminde %34'ten %30'a gerilerken BRIC ülkelerinin payı iki kat artarak %7'den %14'e çıktı. (Grafik 3) Acaba bu ülkelerdeki piyasa değerleri niye artıyor?

4) Ekonomik kararlar G-3 ya da G-5'te değil, G-20 grubunda alınıyor (daha doğrusu G-3+BRIC). Artık ABD ve Avrupa Hindistan'ın rızasını almadan pamuk fiyatlarını, Brezilya'nın rızasını almadan şeker fiyatlarını, Çin'in rızasını almadan demir-çelik veya bakır fiyatlarını ayarlayamıyorlar.

5) Çin 2009 yılında 14 milyon adetle dünyanın en çok otomobil satılan ülkesi unvanını ABD'den almış durumda. 2010 yılında Çin'in iç talebindeki büyüme ihracat artışından 300 milyar $ daha fazla olacak ve ilk defa iç piyasa ekonomik büyümeye ihracattan daha fazla katkı yapmış olacak.

6) ABD'nin gelişmekte olan ülkelere olan ihracatı 2009 yılında toplamdan aldığı %52'lik payla ilk defa gelişmiş ülkelere yaptığı ihracatını geçti. Bu arada Almanya dünyanın en büyük ihracatçısı unvanını Çin'e kaptırdı.

7) Çin'in Japonya dışı Asya'dan yaptığı ithalatın toplam ithalatı içindeki payı %46 ile ilk defa gelişmiş ülkelerden yaptığı ithalatı geçti. (%37) 2002 yılında bu oranlar birbirlerine eşitti. Yani Çin çevresi ile daha fazla entegre oluyor ve yaptığı ithalatla tüm Asya ülkelerini ihya ediyor.

8) Şirketlerin stratejileri de bu paradigma değişikliğine göre belirleniyor. Eskiden gelişmekte olan ülkelere buralardaki ucuz işçilikten faydalanıp kendi ülkelerine satış yapmak üzere giden büyük global şirketler artık bu ülkelerdeki üretim ve yatırımlarını yine bu ülkelerde satmak üzere yapıyorlar. Bu sayede 2009 kriz yılında tüm dünyada doğrudan yatırımlar %40 azalırken Çin'de yatay seyretti. Birkaç örnek;

ABD'nin otomotiv devi General Motors kendi ülkesinde iflas ederken Çin'de ABD'den daha fazla otomobil sattığını görünce yatırımlarını ABD'den Çin'e kaydırıyor.

Starbucks ABD'nin çeşitli bölgelerindeki 600 dükkânını kapatıp Çin'de açmayı ve Çin'deki şube sayısını kısa sürede 376'dan 1000'e çıkartmayı planlıyor.

Citigroup, Almanya'daki kârlı "bireysel bankacılık" operasyonunu satıp Vietnam'da bireysel bankacılığa başlarken Çin'deki şube ağını genişletiyor.

Alman teknoloji devi Siemens, Çin'de 2012 sonuna kadar 1,6 milyar Euro yeni yatırım planlıyor ve Ar-Ge operasyonlarının bir kısmını Çin'e taşıyor.

Daimler, yeni nesil elektrikli otomobilini Çin'de geliştiriyor.

9) Son 2 yılda ABD, Almanya ve İngiltere'de banka kredileri gerilerken Çin'de 1,5 trilyon $ ya da %53 arttı. Herkes krediler batacak derken bugün batık oranı %1,5 ve Çin'in batığı en büyük denen devletin ziraat bankası AgBank 22 milyar $'la dünya tarihinin en büyük halka arzını gerçekleştirdi (bankanın %15'i). Bir önceki rekor da AgBank'ın biraz altında yine Çin'in en büyük bankası ICBC idi. (Acaba kim ve neden bu bankalara bu kadar sermaye koymak istiyor, çok batıkları olduğunu bu yatırımcılar bilmiyor mu?)

10) Bankaların piyasa değerleri tüm bu gelişmeleri yansıtıyor. 10 yıl önce dünyanın en değerli on bankasının sekizi Anglosakson (ABD ve İngiltere) bankası iken 2009 sonunda ilk on içerisinde 4 Çin bankası var. Dünyanın en değerli bankası artık Citigroup değil. 2009 yılı sonundaki 270 milyar $'lık değeri ile Çin Sanayi ve Ticaret Bankası (ICBC). İkinci sırada da yine 200 milyar $'ın üzerindeki değeri ile China Construction Bank var. (Acaba bu bankalar neden bu kadar değerli?)

11) Gelişmekte olan ülkeler giderek artan bir hızda gelişmiş ülkelerin global markalarını satın alıyorlar. Son birkaç yılda Çinli Geely Volvo'yu, Hintli Tata Land Rover'ı ve Jaguar'ı, Çinli Lenovo IBM'in PC kısmını, Tayvanlı BenQ Siemens'in mobil telefon teknolojisini, Rus Abramovich Chelsea'yi, BAE Şeyhi Mansour Manchester City'yi aldılar.

12) Gelişmekte olan ülkelerin rezervlerini de kullanan ve bilinen varlıklarının tutarı 4 trilyon $'a ulaşan "Ulusal Fonlar" bugün dünyanın en büyük ve önemli yatırımcı grubu haline gelmiş durumdalar. Afrika'daki madenlerden çevre ülkelerdeki sanayi şirketlerine, ABD'deki bankalardan Avrupa'daki teknoloji şirketlerine kadar korumacılık duvarları elverdiği ölçüde satın almalar yapıyorlar. Bu fonlar içinde önemli bir paya sahip olan Körfez ülkeleri fonları da artık yatırımlarını off-shore merkezlerde ABD veya AB tahvillerinde değil, çevre ülkelerde ve stratejik ortaklıklarda değerlendirmeye çalışıyorlar.

Dünyada sessiz ve derinden giden bu paradigma değişikliğini gösteren daha birçok gelişme var ama benim yazacak yerim yok. Türkiye ekonomisinin, gelişmekte olan ülkelerin önemli bir üyesi olduğu için bu paradigma değişikliğinden faydalanacağı kesin. Ama ihracatıyla mı yoksa iç talebiyle mi? Sanayi üretimiyle mi yoksa hizmet üretimiyle mi? Stratejik sektörleri üzerinden inovasyonla marka ve yüksek katma değer yaratarak mı yoksa kur ve teşvik destekleri isteyerek mi? Bunları zaman gösterecek.

23 Haziran 2010 Çarşamba

SEÇMEN ANKETİ SONUÇLARI

Malum Türkiye siyaseti anlık çok hızlı gelişmelere sahne oluyor. Gündem çok yoğun, terör sorunu yine ülkenin tansiyonunu yükseltmiş durumda. Bu noktada tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Şahsım adına tüm şehitlerimize ve gazilerimize minnet duygularımı ifade ederim.
Bir diğer önemli gelişme ise Türkiye Değişim Hareketi'ni hafta sonu partileştirmeyi düşünen
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün partiyi kurmayacağını açıklaması ve günün CHP'ye
destekleme günü olduğunu ifade etmesiydi.
16-23 Haziran tarihleri arasında yine bu sayfamda yayınladığım ve duyurusunu Facebook, Friendfeed, Twitter üzerinden yaptığım seçmen anketimin sonuçlarını açıklamadan önce katılım gösteren ve yayılmasında destek veren arkadaşlarıma teşekkür ederim. Katılımcıların %32'sinin Facebook, %30 FriendFeed, %20'sinin direkt, %18'inin Twitter üzerinden olduğunu belirtmek isterim öncelikle. Toplamda 6 soru sormuştum. Bu 6 soruya verilen cevapları grafik şeklinde yanlarında rakamsal sonuçlarını sırasıyla aşağıda olduğu gibi görebilirsiniz.
Not: Grafiklerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.
Diğer seçeneğinde AK Parti diyenlerin sayısı 42, CHP diyenlerin sayısı 14 olarak görünüyor.
Diğer partiler ise EDP, Saadet Partisi, TDH, BTP.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

İnsan Kaynakları: Kıymetli İnsan ve Modern Marketing

İnsan Kaynakları: Kıymetli İnsan ve Modern Marketing 2010 eğitim programımızı tamamladık. Öncelikle katılım gösteren herkese teşekkür ederiz.
Kıymetli İnsan Yöneticiliği eğitimi ile Sayın Özlem Öcalan'a (http://www.bersay.com.tr)
İşe Alım ve Mülakat eğitimi ile Sayın İpek Aral Kişioğlu'na (http://www.kaynagiminsan.com)
Hedef Koyma, Performans Değerlendirme eğitimi ile Sayın Dilek Ün'e (http://www.mcdonalds.com.tr/)
Penguen Olma, Girişimci Ol! eğitimi ile Sayın Ömer Ekinci'ye (http://www.omerekinci.com/)
Eğlenceli Pazarlama eğitimi ile Sayın Devletşah Özcan'a (http://www.devletsah.com/)
Pazarlamada Yeni Trend: W 2,5 eğitimi ile Sayın Uğur Özmen'e (http://ugurozmen.com/blog/)
Y Kuşağı ve Pazarlama eğitimi ile Sayın Evrim Kuran'a (http://www.evrimkuran.com/)
Pazarlama İletişimi eğitimi ile Sayın Tuğçe Esener'e (http://www.mienotes.com/)
katılımları ve verimli eğitimlerinden ötürü çok teşekkür ederiz.
Eğitim programımızın hayata geçirilmesinde en başından beri emekleri bulunan ve büyük özveri ile çalışan organizasyon komitesinde bulunan arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz.
Desteklerinden ötürü; Cook Cafe, Çarşı İzmit Sürücü Kursu, Reksis Matbaa, Tadım, Turyap firmalarına da çok teşekkür ederiz.
Eğitimlerimize katılımları sonucu sertifika almaya hak kazanan katılımcılarımız, sertifikalarını kayıt oldukları fakülte/myo nun sorumlusu tarafından bilgilendirilerek 11 Mayıs 2010 tarihinden itibaren alabileceklerdir. Sosyal Tesislerden ve Umuttepe'de bulunan fakültelerden kayıt yaptıran katılımcılarımız sertifikalarını sosyal tesisler binasının ikinci katında bulunan kulüp odamızdan teslim alabilecekler.
Bir sonraki etkinliğimizde buluşmak üzere hoşçakalın.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Bir adam var, aşık olmuş, acı çekmiş, özlemiş ve anlatıyor -1

Söyleyemiyorum yine derdimi kimseye.
Kimse de derman olsun istemiyorum ya.
Birçok şeyin tercihini yapan benim, olacaklara katlanması gereken de ben!
Gözlerimin yaşını artık saklamaktan bıkan da ben...
Ama işte AŞK'ı isteyen de ben, acısını çeken de, özlemiyle yanan da...

26 Mart 2010 Cuma

Galatasaray'ın Başkanı Kim Olsun?

Ben Galatasaray'ın başkanı olarak Adnan Öztürk'ü görmek istiyorum. Galatasaray başkanı kişiliği, zerafeti, özel yaşamı ile örnek olmalıdır. Bu seçimlerde listesiyle beraber olması gereken başkan bence Adnan Öztürk.

Kendisini hiç tanımam, bir araya gelmişliğim de yok. İki adayı da sadece internet üzerinden ve onlara yakın çevreler üzerinden tanıdım. Ve bana göre en ideali Adnan Öztürk. Ben sadece Galatasaray taraftarıyım. Oy hakkım henüz yok ama kimi başkan olarak görmeye hakkım var. Zaten benim çok beğendiğim bir yönetici olan Abdurrahim Albayrak'ı da listesine almış. Bu da beni ayrıca sevindirdi.

24 Mart 2010 Çarşamba

Sözlerimi Geri Alamam...

Yaram yine derinleşiyor, hüznüm kat kat artıyor.
Bu kalabalık ama bir o kadar da boş şehirde sevip de kavuşamamak...
Mutlu etmek için çabalarken, mutsuz etmek.
Modern zamanların aptallığı da bu olsa gerek.
Bedelli mutluluklar... Kaldırabilene ne mutlu...
Teselli vermek, onunla ağlamak istiyorum ama yapamıyorum.
Yüreğimin en derin yerlerinde bir sızı yakıyor bütün bedenimi.
Bu gece kaybolmak istiyorum bu şehirden.
Ona acı veren ben, kederli bir of çekerek gitmek istiyorum...
Onun gözlerinden yaşlar süzülürken ben ise bir şey yapamamanın acziyetiyle kızıyorum kendime...
Utanma gözlerinden süzülen yaşlar yüzünden.
Süzülen yaşlar hüznünü de alsın gitsin birlikte...
Eğer onlardan bir şey isteme hakkım varsa bunu istiyorum ben.
Çok dakika kalmadı şurda yeni bir yaşını doldurmana...
En çok mutlu olman gereken güne hüzünle giriyorsun.
Hiç bunu hayal dahi edemezdin değil mi?
Kim ister ki yalnız, ağlayarak...
Ne oldu da sana kıydım ben öyle!
Sevgisiz yatağın çok soğuktur şimdi değil mi?
Acı, kollarıyla sımsıkı sarmış bir halde seni...
Dur!
Daha bitmedi söyleyeceklerim...
Sevgilerin yarım kalmayacak,
Pencerenin perdeleri yarım açık,
Sen ise gecenin karanlığında, ay ışığında huzuru ararken ben seni düşünüyor olacağım...
Sana sevmeyi, sevilmeyi öğreteceğim.
Doğum günü hediyesi almayacağım,
Ama bugünden itibaren senin hayatına çıkmamak üzere girmiş olacağım.
Seni çok seviyorum,
Senin anlayamayacağın derece çok hem de...
Sen bendesin, ben sende...
Doğum günün kutlu olsun Sevgili,
Şimdi sadece bu şarkıyı seninle birlikte söylemek istiyorum...
Hadi gülümse ve eşlik et bana ;)
Mutlu yıllar...

22 Mart 2010 Pazartesi

Eskişehir Üniversitesi - Marketing Anadolu

Herkese Merhaba,
Haftasonu yer yer sıkıcı başladı ama üstesinden gelip hepsinin sonunu güzel bitirebildim. İki güzel günden hem kareler hem de haberlerim var size.
Cumartesi günü Mehmet ile birlikte İzmit-Seka'da güzel bir kahvaltı yapıp gelecek planlarımız üzerinde kafa yorduk. Deniz, güneş, mis gibi kahvaltı ve güzel bir Seka. Mutlaka eşinizi, çocuklarınızı ya da sevgilinizi veya kafa dinlemek için Seka'ya uğramanızı tavsiye ederim.
Fotoğraflar için; http://bit.ly/d1Bl1c
Sonrasında ise en büyük enerji kaynağım ilan ettiğim, stres atmanın yegane yolu Go-Kart'ın yolunu tutmak oldu. Outlet Center'in hemen arkasında buluna küçük ama eğlenceli bir go-kart pisti bulunmakta. İzlemesi de binmesi de çok keyifli. Oranın eğlencesinden fotoğrafını çekmeyi unutmuşum. Bir dada ki sefere unutmayacağım söz =)
Cumartesi gecesi aldığım şok kararla 23:30 trenine atlayıp Eskişehir'e gittim. Aslında haftasonumu geçirmem için orada yeteri kadar sebep vardı. Ama gece 3 buçukta Eskişehir'e inip gecenin ayazında oraları dolaşmak değişik bir eğlence oldu benim için. Sabahın ilk ışıklarıyla tarihi Odunpazarı evlerini gezdim. Mutlaka görmenizi isterim. Eskişehir'e bu ikinci gidişim. İlki karlı bir havaydı yine geceydi ve hani romantik bir Avrupa şehri görmüştüm. Bu sefer gidişimde ise daha bir "Anadolu" yüzünü gördüm Eskişehir'in.
Orada güzel bir etkinlik daha vardı; Anadolu Üniversitesi-Marketing Anadolu kulübünün organize ettiği "Kampüste Marketing'10" etkinliği. FriendFeed'den tanıdığım, bildiğim herkes oradaydı. Sezen'in de gazıyla iyi ki gitmişim.
Marketing Anadolu kulübü gerçekten gördüğüm en profesyonel öğrenci kulüplerinden biriydi. Oldukça başarılıydılar ve de organize. Eğitimlerin birinci gününde Kadircan Erkıralp (TeknoSA), Temel Aksoy(Türkiye Araştırmacılar Derneği), Levent Soygür(Coca-Cola), Yüce Zerey(THY) sunularını yapmışlar. O kadar güzel geri dönüşler aldım ki eğitimler ile ilgili gidemediğimi çok üzüldüm :(
İkinci gününde ise Ahmet Yüce(Kayra Şarapları), Erkan Pekdemir(Başak Grubu), Tuğçe Esener(Kadir Has Üniversitesi) ve Young Guns Sunumları vardı.
Young Guns sunumu gerçekleştiren bütün takımları tebrik ederim. WWF'den (http://www.wwf.org.tr) aldıkları brief sonrası çok kısa zamanda uykusuz kalarak bu kadar güzel ve orijinal fikirler çıkarmaları yeni nesil reklamcılarda umut var dedirtiyor. Bütün bu organizasyonu yöneten isimlere başta Uğur Özmen hocam olmak üzere Project House ailesini de tebrik ederim. Young Guns için detaylı bilgi; http://www.younggunsagency.com/
Ve kesinlikle dinlemeniz gereken bir eğitimci ise Tuğçe Esener. Çok başarılı bir kariyeri, sürekli yenilik ve yeni şeyler öğrenme merakı, hızlı düşünme özellikleri ile kendisine beni hayran bırakan bir isim. Kendisinin adını bundan sonra daha çok duyacaksınız. Bloguna göz atmanızı öneririm; (http://www.mienotes.com/)
Güzel bir eğitim güneşli bir havaya rağmen salonu dolduran 500 kadar öğrenci ki başka şehirlerden gelenler de vardı. Bizleri bir araya getiren Marketing Anadolu kulübüne onların danışmanı ve son konuşması ile beni kendisine hayran bırakan Dr. Gökhan Turhan hocalarına çok teşekkür ederim. Merak ile izlemeye devam ediyorum sizleri.
Kulüp ile ilgili bilgi almak için;
http://www.marketing.anadolu.edu.tr/
Dönüş yolunda ise Pelin, Betül, Uğur Özmen Hocam, Şule Özmen Hocam, Tuğçe Esener Hocam, Project House yöneticileriyle keyifli bir tren yolculuğu yaparak yeniden İzmit'e geldim.
Bunlar da benim çektiğim birkaç kare fotoğraf; http://bit.ly/bryQp3
Şimdilik bu kadar. Görüşmek üzere...
Sevgiler,

31 Ocak 2010 Pazar

Komutan Baykal, Gemi Sağa Çekiyor

Ülkemiz siyasetinde muhalefet partileri hep hava muhalefetine yakalanmakta. Genel merkez binalarının yüksek katlarında bulunan makam odalarında havalar pek güzel anlaşılan ki sokaktaki vatandaşın havasını pek algılayamıyorlar.
"Muhalefet ne kadar etkin?" sorusunu sormamız gerekiyor. Bir siyasi partinin başarısını iktidar olmasıyla ölçebiliriz. Kendisine bu hedefi koyan "kitle partisi" bunu gerçekleştirme yolunda çalışmalarını halka anlatmak, iletişmek zorunda. "Kadro partilerinin" ise zaten böyle bir kaygısı yok. Muhalefet olmak uzlaşmaz olmak demek değildir. Muhalefet olmak iktidarın sadece yanlışlarının yerine doğrularını ifade etmekte değil! Muhalefet partisi haklının ve doğrunun savunucusu olmalı. Ve bunu halka doğru yöntemlerle anlatmak zorunda.
Günümüzde iktidar hukukun üstünlüğünü, hak, adalet, özgürlük, demokrasi, kardeşlik söylemlerini diline pelesenk etmiş durumda. Buna karşılık muhalefet ise iktidarın söyledikleri ile yaptıklarının bir olup olmadığını anlatma becerisini dahi gösteremiyor.
Siyasi partilere halk niçin oy verir? Ya da kime oy verir? Niçin oy verir?
İnsanlığı her duruma, olaya karşı bir şey ayakta tutar: "UMUT"
Sadece yoğun eleştiri yapan, toplumun kaygılarını anlamayan/algıla(ya)mayan, umut vaat edemeyen siyasi partilerin iktidara gelmeleri oldukça zor. Bu anlayış üzerine söylemini inşa eden siyasi partilerin başarıları ortada.
Gelelim asıl konumuza... Bugün kendini sol olarak ülkemizde konumlandıran (kimisine göre solu işgal eden) bir CHP gerçeği ve değişmez komutanı Deniz Baykal var. Türkiye'de herhalde bu iki gerçeğin halinden memnun olan yoktur. (Başbakan hariç!) Herkes şikayet ediyor ama kimse neyi, nasıl yapacağını bilemiyor.
İşçi, sendika, adalet, insan hakları, emek gibi kavramlarla özdeş bildiğimiz sol anlayışı maalesef ülkemizde görmekte zorlanıyoruz. Bu gidişe bir dur diyecek "cesur yürek" kim olacak herkes merakla beklemekte. CHP içinde böyle bir toparlanmayı, kendi içinde hesaplaşmayı sağlayabilecek bir isim çıkacak mı? Cumhuriyet Halk Partisi, halkı düşündüğü söyleyenlerin değil, bizzat halkın kendisinin partisi olduğu gerçeğinin farkına varabilecek mi?
CHP gemisini sağa doğru çekerek oylarını artırabileceğini düşünmek biraz saflık olsa gerek. Gerçek manada günümüz gerçekleriyle özdeş, geleceği de tasarlayıp sentezleyen bir sosyal demokrat partiye ülkemizin ihtiyacı var. Bu eksende bir muhalefete de ihtiyaç var. İktidar ve muhalefet kartalın iki kanadıdır. Birisi eksik kalırsa kartalın uçma kabiliyetinin ne kadar hızlı ve güçlü olacağı aşikar. Bu durumu düşünmek kendi selameti açısından iktidarın da vazifesi aynı zamanda.
Şu bir gerçek; Türkiye'de demokratik sürece geçişin başından beri toplumun geneli sağa rağbet etmiştir. Ama sağa sağ olduğu için değil umudunu orada gördüğü için rey vermiştir. Karaoğlan gerçeği de bunun bir ispatıdır.
Türkiye'nin dönüşümünü, gençliğin buradaki kritik önemini, onlara ulaşmanın yöntemlerini ve son ABD seçimlerinin dünya siyasetine muhtemel yansımalarını (özellikle politika 2.0) iyi analiz edip uygulamaya kim önce geçerse iktidarın kapılarını da aralamış olacak.
CHP mi? İçindeki "H"alkın farkına varmasının zamanı geldi de geçiyor bile! Sözde değil, özde!

29 Ocak 2010 Cuma

Balyoz, Keser, Çivi

Ortalık yine toz duman. Ses kayıtları, kimine göre darbe planları kimine göre harp planları... Başbakan yine tok sesi ile balyozun millete vurulmaya çalışıldığını ifade ederken, Genelkurmay Başkanı bu iddiaları mesnetsiz bulduğunu söylüyor ve kesin bir dille bunu dile getirenleri "lanetliyor".
Milletin derdi malum; evine ekmek götürmek. Ama bir taraftan da olan bitene kayıtsız değil. Kutuplaşma vatandaşı da sarmış durumda. Kimisi Başbakan'ın ordu ile "dişe diş" mücadelesini takdirle karşılarken kimisi de aynı cesareti "habur karşılaması"nda da görmek isterdik diyor. Ortada kalanlarda yok değil!
Bu gidiş hayra değil o kesin. Tekel işçileri de haykırıyor; "merhamete değil adalete ihtiyacımız var!" Tüm dünyanın dikkatini çeken ve herkese işçi, sendika gibi kavramların önemini gerçek manada hissettiren bir direniş öyküsü yazılıyor Sakarya Caddesinde. Orayı yakından hissetmek gerekiyor sadece izlemek yetmez.
Gerçek olan şu ki; çatışma kültürü son yıllarda giderek kökleşiyor, uzlaşma kültürü ise zayıflıyor. Beklentiler yükseliyor ama imkanlarda sınırlı. Ama şunu da unutmamak lazım; devletin zaafa uğra(tıl)ması kimseye fayda getirmez. Birilerinin güvendiği dağlara önce kar yağar sonra başka birileri de gürültüyü başlatırsa herkes gelen çığın altında kalabilir. Bu söylediğim herkes için geçerli bir durum. Politika yapanların bunu gözden kaçırmaması gerekiyor özellikle.
Balyozu taşa vurup, nalıncı keserine dönüp sonra da çivi çiviyi söker durumuna sokulmamalı ülke!
Aman dikkat derim!

Twitter