İki buçuk yıla varan süre boyunca severek yaptığım İstanbul Aydın Üniversitesi bünyesindeki Türkiye Araştırmaları Merkezi, Kadın Araştırmaları Koordinatörlüğü ve son olarak da Mütevelli Heyet Başkanlığı'ndaki görevlerimden Eylül sonu itibariyle ayrılmış bulunmaktayım.
Sivil toplum ve siyaset eksenli çalışmalarım sonrası akademik bir ortamda çalışmak çok yönlü öğretici, zenginleştirici oldu benim için. Bu anlamda çok sayıda teşekkür etmem gereken insan var elbet. İstanbul Aydın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Yadigâr İZMİRLİ ve İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Sayın Mustafa AYDIN'ın şahsında tüm İAÜ ailesine çok teşekkür ederim. Özellikle son aylarımda yakından çalışma fırsatı bulduğum Sayın Rektörümüz ve Sayın Mütevelli Heyet Başkanımıza bir defa daha teşekkür etmek istiyorum.
Gelelim yeni gelişmelere...
Uzunca bir süredir çeşitli vesilelerle çalışmalarına katıldığım, zaman zaman fikri paylaşımlarda bulunduğum Sayın Bulut BAĞCI'nın başkanlığındaki Genç Turizmciler Derneği (GTD) ile profesyonel düzlemde çalışma kararı aldık. Ekim ayı itibariyle Genç Turizmciler Derneği Genel Koordinatörü olarak sivil topluma katkıda bulunacak ve Türkiye'mizin özel bir alanı olan Turizm ekseninde çalışmalarda bulunacağım. Benim için heyecan verici bir süreç olacak. Bu anlamda ilk çalışmamız da Turizm Trendleri Zirvesi 2012 oldu. 2013 yılı da birçok önemli zirvenin ve faaliyetin gerçekleşeceği bir yıl olacak. Turizm sektörüne ufuk açacak, gençlikten beklenen enerjiyi yansıtacak bir sürecin adresi olacak GTD.
Bir güzel haberim daha var: Dolaylı yollardan içerisinde olduğum bir sektörden!
Siyaset eksenli olarak çeşitli isimlerle danışmanlık düzeyinde gerçekleştirdiğim reklam, tanıtım, sosyal medya, pr çalışmalarını ajans düzeyinde bir ortaklığa girişerek gerçekleştirme kararı aldım. Uzun yıllardan beri tanıdığım ve birçok çalışmamda emeği olan kıymetli dostum Özcan Aktaç ile CreativeIST Tasarım&Yazılım&PR Ajansı'nda birlikte çalışacağız. Bundan böyle CreativeIST Ajans Başkan Yardımcısı olarak iş hayatıma devam edeceğim.
Yakın zamanda turizm eksenli bir gelişme daha olacak. Şimdilik sürpriz! :)
Bütün bu süreçlerde benim yanımda olan, üzerimde emeği olan tüm insanlara çok teşekkür ederim. Umut ediyorum ki bu yeni başlangıçlar hayırlara vesile olacak.
Kurban Bayramınızı ve Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum. Sevdiklerimizle nice güzel bayramlara kavuşmak dileğimle..
22 Ekim 2012 Pazartesi
9 Temmuz 2012 Pazartesi
Sevdiğim!
Sevdiğim!
Ben seni sevdim ya o yeter bana.
İçine hapsoldum, çekirdeğinim..
Gözleri baldan tatlı arım benim,
Kalbim üzerinde titreyen hüzünüm..
Sevdiğim!
Öylesine parlak, öylesine berraksın ki..
Senin olduğun yerde,
Işık gökten yere değil
Yerden göğe ağarıyor..
Sevdiğim!
O kadar güzelsin ki..
Güzelliğini anlatmaya gelince sıra gelince,
Susarım sadece.
O güzelliği sözcüklerle sınırlamak..
Ne mümkün.
Güzelliği hayallerimin sınırsızı
Gönlümün yegane arsızı..
Üç harf ile en sade melodiyi
Sende dinliyorum: AŞK.
İşte tam da şimdi
Böyle basit şeylerin rüyasını görüyorum..
Sevdiğim!
Sen bana gerek olmasan,
Yaradan yazar mı seni tanımayı bana hiç?
Sevdiğim!
Gözlerimdeki ışıltının,
Kalbimdeki aşkın,
Dilimden yüreğine akan
Her cümlenin sebebi sensin..
Yetmez mi?
29 Mayıs 2012 Salı
Istanbul World Political Forum'un ardından ( #iwpf )
Politik sorunların tartışıldığı, uzlaşma zeminlerinin arandığı ve sivil inisiyatifin yer aldığı politik forumlar arasında ciddi bir boşluğu gideriyor IWPF. Bu anlamda İstanbul'da binlerce yıllık tarihiyle, farklı imparatorluklara başkentlik yapmış bir kültür ve tarih birikimiyle, üç büyük büyük dinin temsilcilerinin barış içinde yaşayabildiği nadir kentlerden biri. Hem coğrafi konumu hem de kültürel ve tarihi geçmişiyle eşsiz bir kent. Bu anlamda da böylesi bir politik forumun merkezi olması için de en uygun adres.
Bu forumun değerli olmasının bir nedeni de, dünyaya kanaat önderliği yapan insanların dünya insanlarına vereceği mesajların merkezi olma gayretidir. Buradan verilecek her mesaj elbette giderek dikkate alınacaktır ve İstanbul'dan dünyaya evrensel bir mesaj olacaktır.
Henüz ikincisini gerçekleşiyor olmasına rağmen, bu anlamlı çaba ile eminim ki 4-5 yıl sonra dünya insanlarının buradan çıkacak mesajları merakla bekleyeceği bir merkez de olacaktır. Böylesi bir idealin, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerince ve devletin ilgili kurumlarınca yüksek düzeyde desteklenmesi ve temsili de çok önemlidir.
Geleceği, doğru öngörenler, ona hazırlıklı olanlar ve onu şekillendirenler kazanacaktır. Bu eksende Türkiye Cumhuriyeti'de tarihi şekillendirmiş, tarih yazmış bir geçmişin şanlı mirası üzerine kurulmuştur. Bugün itibariyle de ülkemizin konumu ve koşulları ile beraber dünyamızın içerisinde bulunduğu koşulları, Türkiye'yi dünya politikasında ve ekonomisinde aktif rol üstelenmeye doğru itmektedir. İlkeli siyaset düsturundan ödün vermeden, tarihsel mirasına yakışır kararlılıkta "insani, vicdani, ahlaki" siyaset erdemi ile Türkiye, kendisini geleceğin dünyasına hazırlamalıdır.
Bu misyona sahip olan bir Türkiye, şüphesiz ki iç sorunlarını da daha kolay çözebilecektir. Artık iç sorunlarıyla sıkışıp kalmış bir Türkiye'nin yol alması ve liderlik sergileyebilmesi mümkün değildir. Ülke dışı dinamikler de Türkiye'nin siyasal ve ekonomik hayatını artık daha fazla etkilemektedir zira. Bu etki gelecekte daha da artacaktır. Dolayısı ile Türkiye'nin politik ve ekonomik seyrini sadece iç dinamikler ile şekillendirmesi mümkün olmayacaktır.
İşte tam da bu noktada IWPF gibi bir organizasyon ile İstanbul'da politik, ekonomik, sosyal konuların tamamı, bölgemize ve dünyaya ait birçok sorun ve öngörünün tartışılmasına ve bunun sürdürülebilir kılınması amacına hizmet etmektedir. Bu forum ile dünyanın dikkati Türkiye'ye çekilebileceği gibi, iç kamuoyunun da dikkatini bölgesel ve küresel ölçekli değerlendirmelere, geleceğin öngörülmesine ve planlamasına imkan sağlayacaktır.
Yarın yeni bir dünyadır. Geleceği doğru öngörenler, geleceğe hazırlıklı olanlar ve geleceği şekillendirenler arasında olmamız elzemdir. Buna hazırlıklı olmak için böylesi bir organizasyona imza atan Türk Vakfı'nı ve Başkanı Ahmet Eyüp Özgüç beyefendiyi, IWPF'nin gerçekleşmesinde katkısı bulunan bütün çalışanlarını ve maddi destekçilerini tebrik ediyorum.
IWPF hakkında detaylı bilgiyi http://tr.istanbulwpf.org/ adresinden edinebilirsiniz.
Twitter: @istanbulwpf
Facebook: /istanbulwpf
GooglePlus: IWPF
YouTube: IWPF
7 Mayıs 2012 Pazartesi
Istanbul World Political Forum "Yeni Bir Dünya Kurmak"
İkincisi yapılacak olan Istanbul World Political Forum için geri sayım başladı. Foruma katılacak önde gelen bilim, sanat, siyaset adamları ve aktivistler dünyanın geleceğini şekillendirecek.
IWPF'in bu yılki ana teması "Yeni bir dünya kurmak" olarak belirlenmiş. 54 ülkeden 200 konuşmacı ve 300'ün üstünde katılımcının olacağı zirveyi izlemek üzere, 50 ülkeden gazeteci İstanbul'a gelecek.
Konuşmacılar arasında, devlet ve hükümet temsilcileri, ekonomi ve enerji bakanları, dini liderler, filozoflar, iş adamları ve kanaat önderleri de yer alacak. Dünyanın geleceğinin inşa edileceği toplantı olan Istanbul World Political Forum'un Yönetim Kurulu Başkanı ve Başbakanlık Başmüfettişi Ahmet Eyüp Özgüç.
Özgüç, forumun amacını şöyle açıklıyor: "Hepimiz hızla değişen bir dünyanın evrensel tanıklarıyız. Söz konusu ekonomik ve politik değişim, bölgesel değil, küresel. Yani politik değişim talebi yalnızca Ortadoğu'da değil, gelişmiş Batı ülkelerinde de kendini yoğun olarak hissettiriyor."
Özgüç, herkesi kapsayan ve kucaklayan yeni ve adil bir düzene ihtiyaç olduğunu vurgularken sözlerine şöyle devam ediyor: "İstanbul World Political Forum, yeni dünyanın en güçlü uluslararası platformlarından biri olma iddiasında."
IWPF hakkında detaylı bilgiyi http://tr.istanbulwpf.org/ adresinden edinebilirsiniz.
Twitter: @istanbulwpf
Facebook: /istanbulwpf
GooglePlus: IWPF
YouTube: IWPF
İlki geçtiğimiz yıl dünyaca tanınmış çok sayıda ismin katılımıyla düzenlenen Istanbul World Political Forum (IWPF), 17-18 Mayıs'ta İstanbul Kongre Merkezi'nde düzenlenecek. Foruma dünya liderlerinin yanı sıra, Libya, Yemen, Mısır'dan birçok aktivist katılacak. Bunlar arasında en önemli isim ise Mısır'daki ayaklanmalarda iki gözünü kaybeden Ahmed Harara. Time Dergisi'nin yılın adamı seçtiği Harara'nın yanı sıra Tunus'ta fitili ateşlenen Arap Baharı'nın lider gençleri de hazır bulunacak.
IWPF'in bu yılki ana teması "Yeni bir dünya kurmak" olarak belirlenmiş. 54 ülkeden 200 konuşmacı ve 300'ün üstünde katılımcının olacağı zirveyi izlemek üzere, 50 ülkeden gazeteci İstanbul'a gelecek.
Konuşmacılar arasında, devlet ve hükümet temsilcileri, ekonomi ve enerji bakanları, dini liderler, filozoflar, iş adamları ve kanaat önderleri de yer alacak. Dünyanın geleceğinin inşa edileceği toplantı olan Istanbul World Political Forum'un Yönetim Kurulu Başkanı ve Başbakanlık Başmüfettişi Ahmet Eyüp Özgüç.
Özgüç, forumun amacını şöyle açıklıyor: "Hepimiz hızla değişen bir dünyanın evrensel tanıklarıyız. Söz konusu ekonomik ve politik değişim, bölgesel değil, küresel. Yani politik değişim talebi yalnızca Ortadoğu'da değil, gelişmiş Batı ülkelerinde de kendini yoğun olarak hissettiriyor."
Özgüç, herkesi kapsayan ve kucaklayan yeni ve adil bir düzene ihtiyaç olduğunu vurgularken sözlerine şöyle devam ediyor: "İstanbul World Political Forum, yeni dünyanın en güçlü uluslararası platformlarından biri olma iddiasında."
IWPF hakkında detaylı bilgiyi http://tr.istanbulwpf.org/ adresinden edinebilirsiniz.
Twitter: @istanbulwpf
Facebook: /istanbulwpf
GooglePlus: IWPF
YouTube: IWPF
3 Mayıs 2012 Perşembe
Gürsel Tekin İstifa Etti; Şimdi Ne Olacak? "ALMANYA Faktörü"
CHP'nin ikinci adamı Gürsel Tekin, CHP içindeki "çete"yi Kılıçdaroğlu'na gerekçe göstererek, onlarla aynı MYK'da olmayı kabullenemediğini ve devam etmeyeceğini söyleyerek istifasını verdi.
Peki kim bu "çete"? Çeteden kasıt Aydın Ayaydın ve Erdoğan Toprak tabi ki. Kemal Kılıçdaroğlu'nun etrafını sarmış olan bu yapı CHP'nin derin yapılanması diyebiliriz. Şimdi ben bu istifa ile beraber yeni bir sürecin çeşitli ihtimallerine dair yorumlarımı sizinle paylaşacağım.
Gürsel Tekin'in istifasının kabulü ya da kabul edilmemesi bir mesele değil. Zira bundan böyle yolun bu isimlerle ve bu şekilde alınamayacağı aşikâr. Deniz Baykal'ın malum kaset skandalı ile beraber yerine gelen yeni yönetimin yönetimi paylaşma, iktidar çekişmesi o günden bugüne devam ediyordu. Gürsel Tekin "sabret" telkinlerine daha fazla dayanamadı ve sonunda kaynayan kazanın kapak tutmayacağı gerçeğini yeniden bizlere hatırlattı. Gerçi CHP'de kazan ne zaman duruldu ki?
Gürsel Tekin'in istifası planlı bir sürecin ürünü olarak bugün gerçekleştiyse ona uygun bir açıklama ve ardından bir hareket sergilenecektir. Bu mevcut yönetimle olamayacağı, yeni bir söylem-eylem-lider ihtiyacına kadar da gidecektir. Tekin, kendi varlığını da borçlu olduğu büyükleri ile elbet istişare etmiştir diye düşünüyorum. Etmeden böyle bir karar aldıysa, bilin ki o "büyükler" derin yapılanmanın yanındadır ve Gürsel Tekin kendi başınadır. Bunu zaman gösterecektir.
Tekin neler yapabilir peki? Bundan sonraki süreçte sarılacağı en önemli iplerden biri Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'dür. Sarıgül, hepinizin bildiği üzere 2007'den beri Türkiye Değişim Hareketi ile yurt çağında faaliyetler yürütüyor. 2010 yılı Mayıs ayında parti kurması beklenirken, Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına gelmesi ile " bu rüzgara bir şans" verilmesi gerektiğini düşündü ve parti kurmaktan vazgeçti. Bunun tabi Kılıçdaroğlu'nu partinin başına getirenler ile dolaylı bağlantıları olduğunu düşünüyorum ama şimdi o detaylara değinecek durum yok. Başka bir zamanın konusu o.
Gürsel Tekin, Sarıgül ile ittifak yapabilir mi? Şu an kendisi için en akıllıca yol bu gibi görünüyor. Kendisinin parti başkanlığına adaylık sürecini başlatır ve Sarıgül'e de İstanbul Büyükşehir Belediyesi adaylığını garantilerse gereken sadece Sarıgül'ün bu teklifi kabul etmesidir. İkincisi CHP'den tamamen kopmak ve Sarıgül'ün liderliğinde yeni bir parti ile sürece devam etmek. Bu Sarıgül için garantili bir yol değil CHP dururken. Ama her iki isminde sözünü dinlediği "büyüklerinin" desteği bu yönde olursa seve seve yaparlar. Zira o isimlerin mevcut isimler ve anlayışla, dahası CHP kimliği ile Türkiye'de iktidarı zorlamanın mümkün olmadığı gerçeği ile yüzleştiklerini düşünmekteyim. Bu tür bir ittifak ve yeni partinin doğuşu halinde birileri özellikle Erdoğan Toprak'ın son seçimlerdeki bütçe yönetim işine çomak sokup, hesapların denetimi halinde geride kalanların başını çok ağrıtacaktır ve CHP'de itibar kaybına neden olacaktır. Böylesi bir ortamda o isimler Tekin-Sarıgül ikilisi için neler ortaya atmaz diyebilirsiniz; ama mesele öyle değil. Baktığınız zaman Önder Sav'da neler neler dökebilirdi mevcutlar için. Bu biraz da "büyük" sözü dinlemekle alakalı bir durum. Türkiye'de sosyal demokratların bir davası yok, dizayn siyaseti hakim. Bunun uluslararası boyutuna dair yazımın sonunda bazı ipuçlarını vereceğim.
Bu ittifakın mümkün olabileceğine dair bir diğer mesele de Gürsel Tekin'in canını sıkan Yargıtay'daki bir dosyasının içinin boşaltılması hadisesi, Eski Taşdelen Belediye Başkanı Hüseyin Avni Sipahi'nin yardımı ve Tekin'in Sipahi'ye verdiği "vekillik" sözünü tutamayışı sebebiyle bozulan arayı düzelten Sarıgül gerçeği. Bu iddianın sahibi Talip Doğan Karlıbel. İhtimali yüksek bir durum.
Ben bu yazıyı yazarken CHP Genel Sekreteri Bihlun Tamaylıgil'in istifasının da gerçekleştiği bilgisi geldi. Rahatsızlığın boyutunu ve değişimin aciliyetini göstermesi adına bu istifa da önemli bir mesajı içinde barındırıyor. Gürkan Hacır güzel bir tespitte bulundu; CHP yönetiminde CHP kökenli son iki siyasetçi Tamaylıgil ve Tekin'di, onlar da kalmadı. CHP artık ANAP, DYP, SHP, DSP'lilerin yönetiminde.
Yukarıda dizayn siyasetinden bahsettim. Bunun da bir kaynağı söz konusu. Özellikle son 4 yılda Almanya etkisinin kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Hatırlatmakta fayda var 2008'de Kılıçdaroğlu'nun bir seyahatinde Alman istihbarat teşkilatı BND ile bir görüşme gerçekleştirdiği ve genel başkanlık noktasında da kendisini desteklediğine dair bilgiler mevcut. Almanya'nın CHP ilgisinin boyutları derin.
Hatırlarsanız bir dönem Başbakan Erdoğan, Alman vakıfları ile ilgili rahatsızlığını dile getirmiş ve fırsatı halinde gerekeni yapacağından geri durmayacağını ifade etmişti. Ergenekon davası sürecinde Deniz Fener davası ile Almanya eksenli gelişmelerin ardı arkası da kesilmemişti. Yine o dönemde Türk vatandaşlarına yönelik eylemler, provokasyonlar da dikkatlerden kaçmamıştı.
Almanya sanılanın aksine bölgedeki çıkarları ve ülkemiz içindeki işbirlikçileri ile mevcut iktidarın karşısında bir duruş sergilemekte. Merkez medya grubunun ilişkilerinin ekseni, Deniz Feneri davası, CHP'deki kaset skandalının perde arkası, Ergenekon'un firari isimlerinden Bedrettin Dalan'ın ve internet andıcı davasının firari sanıklarından emekli Tümgeneral Mustafa Bakıcı'nın iadesinin reddi gibi birçok olayda adeta "gizli el" konumunda ve çıkarları doğrultusunda destek vermekten de çekinmeyen bir yapı söz konusu. Bu hususlarda ceza evinde kalp krizinden (!) ölen Kaşif Kozinoğlu'nun birçok delili olduğu da ilgili makamların bilgisi dahilindeydi.
Yukarıda ittifak için ismini zikrettiğim Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün de Almanya ile sıkı münasebetleri, sık gidiş gelişleri gözünüzden kaçmamıştır elbet. Keza Dalan'ı Minsk'te Onur Kumbaracıbaşı ile ziyaret ettiği imasında bulunan da Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür'dü.
Ülkelerin çıkarları elbette söz konusu olacaktır. Bunun için istihbarat servisleri devreye girecektir, siyasetçilere yön vermek isteyeceklerdir. Ama Almanya'nın Türkiye'de muhalif kanattaki bu dizayn çabası ciddi derecede irite edici, aynı zamanda ana muhalefet partisine de zarar verici bir noktaya varmış bulunuyor. CHP içinde bulunduğu açmazdan çıkamıyorsa eğer, bunun nedeni de kendi aklından yoksun olması ve başkalarının aklıyla hareket ediyor olmasıdır.
Gürsel Tekin'de, Mustafa Sarıgül'de, Kemal Kılıçdaroğlu'da kendi akılları ve idealleri ile siyaset yapmaktan kendilerini alıkoydukları müddetçe başarılı olmayacaklar. Türkiye'de sosyal demokratların iktidarının bu kişilerle ve yönledirilen akıllarıyla Türkiye'ye hizmet etmelerini mümkün görmüyorum.
Ekleme: Deniz Baykal'ın, Sarıgül-Tekin ikilisi ile hareket edeceğini bu süreçte söylemeden geçmemeli.
3 Nisan 2012 Salı
Ben Hiç Sevmem Gönlümün Hiddetini
Ben sadece bir "arayacağım seni yarın" demenin gereğini bekledim.
Seni zor duruma düşürecek kadar haysiyetsiz, şahsiyetsiz değilim...
Ama görüyorum ki; bildiğin fikirlerimin, daha da ötesi duygularımın
ben esiri olamamışken sen olmuşsun.
Ey benim için henüz ufukta küçük bir belirti iken bile gönlüme ışık salan, yüreğimin bağını çözen mukaddes kadın!
Su mevsim bahar olmuş; güller, laleler bitmiş ama ben bilmem mi senin bu garip gönül toprağında bitmeyeceğini?
Ben bilirim bilmesine de sen bilmez imişsin.
Bilmezsin de beni acıklı bir hale kendi dilinle düşürmeye de gönlün nasıl el verir? İşte bunu da ben anlayamam...
Bana şefkatle eğildiğini düşünen sana merhamet hissi ile yaklaşırdım sadece ben...
Merhametim de sevgimden kaynaklıdır... Sevgim de evel Allah haddini bilir...
Bir daha böylesi bir şeyle itham edersen beni; bilesin ki sen beni kaybedersin, ben de seni!
Rüzgara biner, kurak ve çorak yerlere yağmur olur yağarım ama senin gönlün ölse dahi, bir damla suyu esirgerim senden...
Beni çok hiddetlendirdin... Ve ben hiç sevmem gönlümün hiddetini!
http://twitter.com/zekaikiran
2 Nisan 2012 Pazartesi
Yetenek Yönetimi Sistemi Olarak 4+4+4
Ülkelerin ekonomik ve sosyal
gelişmişlik düzeylerini belirleyen etmenlerin başında eğitim sistemlerinin
kaliteli, toplumun yapısı ve ihtiyaçlarına uygun ve çağın gerektirdiği
niteliklerle uyumlu olması gelmektedir. Ekonominin rekabet gücü, üretkenliği ve
verimliliği, sosyal dokunun sağlamlığı, kültür-sanat alanının canlılık ve
zenginliği eğitim sisteminin kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bunlardan da
önemlisi, toplumsal düzenin adaleti, eğitimde fırsat eşitliğinin ne ölçüde
sağlandığına göre şekillenmektedir. Dolayısıyla, eğitim sistemleri üzerinde
reform niteliğinde düzenlemeler yapan ülkeler, sadece belli bir zaman diliminde
belli bir kesimi ilgilendiren bir karar vermemekte, bir anlamda bütün toplumsal
gelişim alanlarındaki mukadderatlarını da tayin etmektedirler.
Eğitim sistemlerinin kalitesini
belirleyen hususların başında, okul öncesinden ilk ve orta öğretimin bitimine
kadar geçen sürenin yaş grupları, okul aşamaları ve müfredat yapısı açısından
sağlıklı planlanması gelmektedir. Öğrencinin yaş grupları itibarıyla gelişim
özellikleri ve ihtiyaçları ile uyumlu olmayan bir ilk ve ortaöğrenim yapısı,
kaliteli araçlar, nitelikli insan gücü ve yüksek bütçelerle desteklense dahi
umulan sonuçları veremeyecektir. Bu noktada, özellikle temel öğretim aşamasının
doğru kurgulanması büyük önem taşımaktadır.
Öğrencinin okuma-yazma ile
sayısal düşünme ve çözüm yetenekleri açısından ilk adımları attığı, toplumsal
hayata ilişkin bilgileri ana hatlarıyla kavradığı, ailesi, milleti ve ülkesine
karşı temel değerleri özümsediği, çeşitli alanlardaki bilgisini oluşturmaya
başladığı bu dönem, esasında öğrenim hayatının başarısının anahtarıdır.
Çağdaş ve gelişmiş ülkelerin
eğitim alanındaki deneyim ve uygulamaları incelendiğinde, ülkemizde olduğu gibi
6 yaşından 14 yaşına kadar geçen temel eğitim sürecini tek bir aşamada
düzenlemek yerine, öğrencilerin yaş grupları ve fiziksel özellikleri temelinde
bir kademelendirmenin tercih edildiği görülmektedir.
ABD’de eyaletler arasında farklı
uygulamalar mevcut olmakla birlikte genel olarak eğitim ilkokul, ortaokul-lise
olmak üzere 3 ayrı düzeyde yapılandırılmakta ve bu düzeyler de kendi içlerinde
alt gruplara ayrılmaktadır. Öğrencilerin yaş gruplarına göre 4-6 yaşları
arasında okul öncesi (preschool) eğitimle başlayan süreçte, 10-11 yaş grubunda
ilköğretimin (elementary) tamamlanması, 11-14 yaş gruplarında ortaokul
(middleschool) ve lise-öncesi (junior high school) aşamalarının geçilmesi,
15-18 yaşları arasında da 4 yıllık lise (high school) döneminin bitirilmesi
öngörülmektedir.
İngiltere’de yine yaş gruplarına
göre bir kademelendirme uygulanmakta, 5-18 yaşları arasındaki zorunlu eğitim
süreci, 5-6 yaşlarında anaokulu (infant), 7-10 yaşlarında ilkokul (junior),
11-13 ve 14- 15 yaşlarında iki ayrı alt grupta ortaokul (secondary) ve nihayet
16-18 arasında lise (college) dönemlerinden oluşmaktadır.
Fransa’da 6-11 yaşları arasında
ilkokul, 11-15 yaşları arasında ortaokul ve 15-18 yaşları arasında lise eğitimi
verilirken, Almanya’da 6/7-11/12 yaşları arasında ilkokul, 12/13-15/16 yaşları
arasında ortaokul ve 16/17-18/19 arasında lise eğitimi uygulanmakta, Japonya’da
da eğitim süreci 6 yıllık ilköğretim, 3 yıllık ortaöğretim ve 3 yıllık lise
olmak üzere 3 ayrı düzeyde kurgulanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin 6-14 yaşlarını
tek bir eğitim kademesinde yapılandırmayı neden tercih etmedikleri, ülkemizin
bu noktada yaşadığı sıkıntı ve sorunlara bakılarak kolayca anlaşılabilir.
Bilindiği gibi, çocukluk ve ergenlik dönemleri, insanın değer yapısının henüz
oturmadığı, temel ahlaki normları ve sosyal davranış kurallarını özümseme
aşamasında olduğu, kendi fiziksel ve ruhsal niteliklerini ancak tanımaya
başladığı dönemlerdir. Bu bağlamda 6 yaşında henüz okuma-yazma öğrenme
aşamasında bulunan ve hayata ilişkin temel kavramların çoğundan habersiz bir
“çocuk” ile 13-14 yaşlarında fiziksel ve ruhsal kimliğinin şekillenme
aşamasındaki sancıları yaşayan bir ergenlik dönemi öğrencisini aynı “okul
ortamı”nda bulundurmanın kaçınılmaz olarak neden olduğu sorunları teşhis etmek
gerekmektedir.
Bu kadar geniş bir yaş aralığında
bulunan öğrencileri, bahçe, koridor, kantin, okul servisi gibi pek çok ortak
yaşam alanını paylaşmak zorunda bırakmak, özellikle küçük yaştaki öğrencilerin
ciddi psikososyal bozukluklar yaşamasına zemin hazırlamaktadır. Başarılı ve
verimli bir okul hayatı için öğrencinin öncelikle sağlıklı ve huzurlu bir okul
ortamına ihtiyaç duyacağı şüphesizdir. Öğrencinin eğitim gördüğü okul, teknolojik
imkânları gerektiği gibi öğrencisinin hizmetine sunabilen, dersliklerin aşırı
kalabalık olmadığı, ulaşımı kolay, öğrencinin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını
karşılayabilecek uygun altyapıya sahip bir fiziki nitelik taşımalıdır.
Bunun da ötesinde öğrencinin
gününün büyük bölümünü geçirdiği okul ortamı, sosyal ilişkilerin sağlıklı
biçimde kurulup geliştirilebildiği, kişilik gelişimini olumsuz etkileyebilecek
etmenlerin sıfırlandığı, güvenlik endişelerinin akla dahi gelmediği, sağlanan
arkadaşlık ve dayanışma kültürü içinde öğrencinin hem fiziki hem de ruhî
olgunluk aşamalarını huzur içinde geçebildiği bir özelliğe sahip olmalıdır. Bu
açıdan düşünüldüğünde, çok geniş bir yaş aralığında olan ve dolayısıyla insan gelişiminin
ayrı kategorilerinde bulunan öğrencileri aynı yaşam alanlarında bulunduran bir
okul ortamının, bahsedilen özellikleri taşımak şöyle dursun, çocukların
sağlıklı gelişimi adına ciddi tehditler içereceği ortadadır.
Böylesine olumsuzluklar içindeki
bir “okul ortamında”, hangi teknolojik imkânlar, hangi yüksek kalitede eğitim
adamları bulunursa bulunsun sonucun umulanın tam aksi olması kaçınılmazdır. Bu
noktada ülkemiz deneyiminde sorunların bunlarla sınırlı kalmadığına; özellikle
kırsal kesimde kesintisiz eğitim nedeniyle pek çok köy okulunun işlevsiz
kalışına, fizikî şartların yetersizliği nedeniyle yaşanan sorunlara, küçük
yaşlardaki öğrencilerin yatılı bölge okullarında ya da taşımalı eğitim için
tahsis edilen servislerin kat ettiği uzun mesafelerde çektikleri eziyetlere de
dikkat çekmek gerekmektedir. Özellikle kırsal bölgelerdeki ailelerin küçük kızlarını
bu şartlardaki eğitime verme konusundaki ciddi şikâyetleri düşünüldüğünde, bu
uygulamanın okullaşma ve özellikle de kız çocuklarının eğitimi adına sorunlara kaynaklık
ettiği görülmektedir.
Kesintisiz eğitimin neden olduğu
önemli olumsuzlukların bir diğerini ise bu uygulamanın mesleki eğitime vurduğu
darbe oluşturmaktadır. Ülkelerin sosyal ve ekonomik kalkınmaları açısından
yetişmiş insan gücünün ne denli önemli olduğu bilinmektedir. Sınaî gelişimin lokomotifi,
makineler ve enerji girdilerinden önce donanımlı insan unsurudur. Düşünen,
tasarlayan, üreten, uygulayan, geliştiren akıl ve eller yeterli sayı ve
nitelikte değilse, ekonominin üretkenliğinin yerinde saymayı bile başarması
mümkün değildir. Bu noktada, mesleki eğitimin bir ülkenin geleceğini belirleyen
alanlardan biri olduğu gerçeği göz ardı edilemeyecek biçimde karşımıza
çıkmaktadır. Mesleki eğitim sadece ülkenin genel kalkınma sorunu adına değil
ferdin hayata gerekli nitelikleri kazanmış olarak atılması adına da önemlidir.
İnsanları, yararlı ve üretken olabilecekleri meslek dallarına küçük yaşlardan
itibaren yöneltmek ve onlara bu anlamda gerekli eğitimi vermek, toplumun ve
onun örgütlenmiş hâli olan devletin fertlere karşı sorumluluğudur.
Mesleki eğitimden arzu edilen
düzeyde yararlanabilmek için, öğrencinin ilgi ve beceri alanlarının küçük
yaşlardan itibaren tespit edilerek gerekli yöneltme ve yönlendirmelerin
yapılması şarttır. Milli Eğitim Temel Kanununun 6'ncı maddesine göre, fertler,
eğitimleri süresince, ilgi ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda
çeşitli programlara veya okullara yöneltilerek yetiştirilirler ve milli eğitim sistemi
her bakımdan bu yöneltmeyi gerçekleştirecek biçimde düzenlenir. Ancak, 14
yaşını bitirene kadar henüz hiçbir meslek dalına yönelik temel ve hazırlayıcı
eğitim almamış bir öğrencinin, bu yaştan sonra yapılacak yöneltme ve
yönlendirmeler sonucunda alacağı mesleki eğitim arzu edilen kaliteyi sağlamaktan
uzak kalacaktır. Böyle bir süreçte yapılacak tercihlerin de bilinçli ve doğru
tercihler olmasını beklemek mümkün değildir. Mesleki eğitime ilişkin sistemin
içerdiği diğer engellerle birlikte düşünüldüğünde bu yapının gerek Kanunda yer
alan anılan hüküm, gerekse çeşitli Milli Eğitim Şûralarında alınan kararlar ile
meslekî eğitimin geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına yönelik belirlenen
ilke ve amaçlara hizmet edemeyeceği görülmektedir.
Bir eğitim sistemi, insana
kişiliğini ve yeteneklerini doğru biçimde geliştirebileceği alanları açmalı, imkânları
sağlamalı ve onu hayata hazırlamalıdır. İlgi alanı ve becerilerine uygun belli
bir meslek dalına yöneltilmesi hâlinde kendisi için güzel bir hayat kurabilecek
ve hem kendisine ve ailesine hem de ülkesine katkıda bulunabilecek bir
öğrenciyi 14 yaşına kadar bir belirsizliğin içinde tutup, ardından da hiçbir
temel altyapıyı vermeden, yetersiz, yükseköğrenim safhasına geçişi sınırlı
hatta imkânsız, cezbetmekten uzak bir mesleki eğitim tercihiyle karşı karşıya
bırakmak; bu olumsuzluğa rağmen yine de mesleki eğitim almayı tercih edecek
öğrenciyi de o meslek dalının gerektirdiği temelden ve doğru bir seçim yapmak
için gereken rehberlik desteğinden yoksun bırakmak, her şeyden önce o öğrenciye
ve sonra da ülkenin genel menfaatine karşı ağır bir ihmali barındırmaktadır.
Diğer taraftan, AB ülkelerinde ortaöğretim
içerisinde meslekî eğitim oranının % 60’larda, ülkemizde ise henüz % 44’lerde
olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ülkemizde mesleki eğitim oranını
geliştirecek adımların atılması için zaman kaybedilmemesi gerekmektedir.
Mesleki eğitim oranını yükseltmek ve bu eğitimin kalitesini geliştirmek için
yapılması gerekenlerin başında, öğrencilerin ilgi ve beceri alanlarını küçük
yaşlardan itibaren tespit ederek, onları ortaöğrenim aşamasında başarılı olabilecekleri
meslek dallarının temel bilgileriyle donatmak ve bu tercihi cazip, ümit verici,
istenildiğinde farklı alanlara dönüştürülebilen ve yükseköğrenim yolu açık bir
niteliğe kavuşturmak gelmektedir. Gerek ülkemizin 1997’den bu yana kesintisiz
eğitim uygulaması nedeniyle yaşadığı sorunlar gerekse gelişmiş ülkelerin örnek
uygulamaları birlikte değerlendirildiğinde, zorunlu eğitim sürecinin öğrencilerin
yaş grupları, fiziksel ve ruhsal gelişim özellikleri, ilgi ve becerileri temel
alınarak “kademelendirilmiş” ve çeşitli meslek dallarına yönelik eğitimi de
içerecek biçimde “çeşitlendirilmiş” bir nitelik kazanması açısından İlköğretim
ve Eğitim Kanunu, Milli Eğitim Temel Kanunu ve Mesleki Eğitim Kanununda
değişiklik yapılması zorunlu hâle gelmişti.
Bu eksende zorunlu eğitimin
öğrencilerin yaş grupları ve bireysel farklılıkları göz önünde bulundurularak 1
yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve ortaöğretime
hazırlık eğitimi ve 4 yıl ortaöğretim olmak üzere, öğrencilere farklı ortamlarda
eğitim almaya fırsat verecek şekilde 13 yıl olarak düzenlenmesi yönündeki kararı
doğru buluyorum, destekliyorum.
http://twitter.com/zekaikiran
http://twitter.com/zekaikiran
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)