31 Ocak 2010 Pazar

Komutan Baykal, Gemi Sağa Çekiyor

Ülkemiz siyasetinde muhalefet partileri hep hava muhalefetine yakalanmakta. Genel merkez binalarının yüksek katlarında bulunan makam odalarında havalar pek güzel anlaşılan ki sokaktaki vatandaşın havasını pek algılayamıyorlar.
"Muhalefet ne kadar etkin?" sorusunu sormamız gerekiyor. Bir siyasi partinin başarısını iktidar olmasıyla ölçebiliriz. Kendisine bu hedefi koyan "kitle partisi" bunu gerçekleştirme yolunda çalışmalarını halka anlatmak, iletişmek zorunda. "Kadro partilerinin" ise zaten böyle bir kaygısı yok. Muhalefet olmak uzlaşmaz olmak demek değildir. Muhalefet olmak iktidarın sadece yanlışlarının yerine doğrularını ifade etmekte değil! Muhalefet partisi haklının ve doğrunun savunucusu olmalı. Ve bunu halka doğru yöntemlerle anlatmak zorunda.
Günümüzde iktidar hukukun üstünlüğünü, hak, adalet, özgürlük, demokrasi, kardeşlik söylemlerini diline pelesenk etmiş durumda. Buna karşılık muhalefet ise iktidarın söyledikleri ile yaptıklarının bir olup olmadığını anlatma becerisini dahi gösteremiyor.
Siyasi partilere halk niçin oy verir? Ya da kime oy verir? Niçin oy verir?
İnsanlığı her duruma, olaya karşı bir şey ayakta tutar: "UMUT"
Sadece yoğun eleştiri yapan, toplumun kaygılarını anlamayan/algıla(ya)mayan, umut vaat edemeyen siyasi partilerin iktidara gelmeleri oldukça zor. Bu anlayış üzerine söylemini inşa eden siyasi partilerin başarıları ortada.
Gelelim asıl konumuza... Bugün kendini sol olarak ülkemizde konumlandıran (kimisine göre solu işgal eden) bir CHP gerçeği ve değişmez komutanı Deniz Baykal var. Türkiye'de herhalde bu iki gerçeğin halinden memnun olan yoktur. (Başbakan hariç!) Herkes şikayet ediyor ama kimse neyi, nasıl yapacağını bilemiyor.
İşçi, sendika, adalet, insan hakları, emek gibi kavramlarla özdeş bildiğimiz sol anlayışı maalesef ülkemizde görmekte zorlanıyoruz. Bu gidişe bir dur diyecek "cesur yürek" kim olacak herkes merakla beklemekte. CHP içinde böyle bir toparlanmayı, kendi içinde hesaplaşmayı sağlayabilecek bir isim çıkacak mı? Cumhuriyet Halk Partisi, halkı düşündüğü söyleyenlerin değil, bizzat halkın kendisinin partisi olduğu gerçeğinin farkına varabilecek mi?
CHP gemisini sağa doğru çekerek oylarını artırabileceğini düşünmek biraz saflık olsa gerek. Gerçek manada günümüz gerçekleriyle özdeş, geleceği de tasarlayıp sentezleyen bir sosyal demokrat partiye ülkemizin ihtiyacı var. Bu eksende bir muhalefete de ihtiyaç var. İktidar ve muhalefet kartalın iki kanadıdır. Birisi eksik kalırsa kartalın uçma kabiliyetinin ne kadar hızlı ve güçlü olacağı aşikar. Bu durumu düşünmek kendi selameti açısından iktidarın da vazifesi aynı zamanda.
Şu bir gerçek; Türkiye'de demokratik sürece geçişin başından beri toplumun geneli sağa rağbet etmiştir. Ama sağa sağ olduğu için değil umudunu orada gördüğü için rey vermiştir. Karaoğlan gerçeği de bunun bir ispatıdır.
Türkiye'nin dönüşümünü, gençliğin buradaki kritik önemini, onlara ulaşmanın yöntemlerini ve son ABD seçimlerinin dünya siyasetine muhtemel yansımalarını (özellikle politika 2.0) iyi analiz edip uygulamaya kim önce geçerse iktidarın kapılarını da aralamış olacak.
CHP mi? İçindeki "H"alkın farkına varmasının zamanı geldi de geçiyor bile! Sözde değil, özde!

29 Ocak 2010 Cuma

Balyoz, Keser, Çivi

Ortalık yine toz duman. Ses kayıtları, kimine göre darbe planları kimine göre harp planları... Başbakan yine tok sesi ile balyozun millete vurulmaya çalışıldığını ifade ederken, Genelkurmay Başkanı bu iddiaları mesnetsiz bulduğunu söylüyor ve kesin bir dille bunu dile getirenleri "lanetliyor".
Milletin derdi malum; evine ekmek götürmek. Ama bir taraftan da olan bitene kayıtsız değil. Kutuplaşma vatandaşı da sarmış durumda. Kimisi Başbakan'ın ordu ile "dişe diş" mücadelesini takdirle karşılarken kimisi de aynı cesareti "habur karşılaması"nda da görmek isterdik diyor. Ortada kalanlarda yok değil!
Bu gidiş hayra değil o kesin. Tekel işçileri de haykırıyor; "merhamete değil adalete ihtiyacımız var!" Tüm dünyanın dikkatini çeken ve herkese işçi, sendika gibi kavramların önemini gerçek manada hissettiren bir direniş öyküsü yazılıyor Sakarya Caddesinde. Orayı yakından hissetmek gerekiyor sadece izlemek yetmez.
Gerçek olan şu ki; çatışma kültürü son yıllarda giderek kökleşiyor, uzlaşma kültürü ise zayıflıyor. Beklentiler yükseliyor ama imkanlarda sınırlı. Ama şunu da unutmamak lazım; devletin zaafa uğra(tıl)ması kimseye fayda getirmez. Birilerinin güvendiği dağlara önce kar yağar sonra başka birileri de gürültüyü başlatırsa herkes gelen çığın altında kalabilir. Bu söylediğim herkes için geçerli bir durum. Politika yapanların bunu gözden kaçırmaması gerekiyor özellikle.
Balyozu taşa vurup, nalıncı keserine dönüp sonra da çivi çiviyi söker durumuna sokulmamalı ülke!
Aman dikkat derim!

Twitter