25 Aralık 2009 Cuma

2009'dan 2010'a; Mutlu Yıllar

2-1-0; 2010
Girerken nasıl bitecek diye beklediğimiz 2009'da bitti işte. Şimdi kulağa çok hoş gelen 2010 geliyor. Nedendir bilmiyorum ama 2010'un kendim için çok farklı olacağını düşünüyorum. Hani sanki başka türlü bir yaşam ile buluşturacakmış gibi bu yıl. Sanki bir çok şeyin değişeceğini, yeni bir sayfanın açılacağını, dönüm noktası hatta yeni bir başlangıcın olacağını düşündürtüyor bana.
2009'u kırgınlıklarımla hatırlamak istemiyorum. Kendi içinde değerlendirdiğimde artılarım ile eksilerim eşit gibi. Kaybettiklerimle kazandıklarım eşit gibi. Birileri hayatımdan çıkarken çok başka birileri hayatıma girdi. 2009 bana başımdan kaynar suların döküldüğü anları da gösterdi, aşkın en güzel halini de...
Çok güzel etkinlikler düzenleme fırsatım oldu. Bunların içinde göz bebeğim İletişimde Mükemmellik ve Liderlik Programı oldu. Birbirinden değerli konuşmacıları gençlerle buluşturma imkanım oldu. Bir de yerel seçim yaşadık. Şişli'de bir kez daha zafere tanıklık ettim "Sevgi Yürüyüşü" ile başlayan süreçte.
Yazıyla, kışıyla; iyisiyle, kötüsüyle 2009 da bitti şimdi. Yeni umutlarımla, heyecanımla, projelerimle, yeni çalışma alanlarımla 2010'a hoşgeldin demeye hazırlanıyorum.
2009 ve öncesi için Hz. Mevlana'dan "Hayatta ne öğrendim" birçok şeyi benim için çok güzel ifade ediyor:
Sonsuz bir karanlığın içinde doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim.
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde bulunduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra da evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...
Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin,
bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla beraber yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının,
yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
2010 için herhalde beni en iyi ifade edebilecek türkü Yavuz Bingöl seslendirdiği "Bekle Buğday Tanesi" olacak.
2010 hepinize sağlık, afiyet, iş, varlık, bereket, özgürlük, aşk, mutluluk getirsin dilerim.
Mutlu yıllar...

29 Kasım 2009 Pazar

ENERJİ, SİYASET ve RUSYA İLE SATRANÇ

"Son 20 yılda küresel enerji tüketimi % 47 arttı. Önümüzdeki çeyrek yüzyılda meydana gelecek tüketim artışının neredeyse dörtte üçü yine bu dinamik eski 'Üçüncü Dünya' dan gelecek. Bu talep artışını karşılayacak alternatif yakıtlara umut bağlamanın sağlam temelleri de yok gibi. Üniversite ve şirket laboratuvarlarında gerçekleştirilen yaratıcı enerji çözümlerinin aslında karşı karşıya olduğumuz meydan okumaya çare olamayacağı anlaşılıyor.
Rüzgar, güneş ve hidro-elektrik dahil yenilenebilir enerji kaynaklarının bugün dünya enerjisindeki payı % 7,4. Nükleer enerji de ilave % 6 sağlıyor. Geriye kalan % 86 petrol, doğal gaz ve fosil yakıtlardan oluşuyor.
Mevcut eğilimler devam ederse 2030'da da fosil yakıtlar aynı yüzdeyi koruyacaklar. Yenilenebilir enerji kaynakları sadece % 8,1'e yükselecek. Yani gelecek bugünden daha parlak gözükmüyor. Şayet devrimci bir teknolojik buluş gerçekleştiremezsek, fiyat şoku yaşamazsak ya da geleneksel yaşam tarzımızı değiştirmezsek.
Zira yükselen talep, güçlü yeni enerji tüketicilerinin yükselmesi ve küresel enerji arzının yeterince genişleyememesi bildiğimiz enerji bolluğuna göre şekillenmiş dünya düzenini ciddi şekilde sarsıyor, yerine 'yükselen güçler/küçülen gezegen' tanımlanabilecek bir düzen geliyor. "
"Tarih boyunca enerji siyaset ile hep iç içeydi. Devletlerin coğrafi sınırları enerji rezervlerine göre cetvelle çizildi. Ülke işgalleri aç gözlü diktatörlerin enerji iştahının kabarmasından doğdu; onlara karşı 'kurtarma' operasyonları ise enerji kaynakları üzerindeki paylaşım mücadelesinin bir yansıması olarak gerçekleşti.
Enerji hiçbir zaman politikadan, jeopolitikten ayrı mütalaa edilemez. Bunlar çoğu zaman at başı gidiyor. Dünyanın yakın tarihi bu konuda bize onlarca örnek sunuyor. Bugün de dünya siyasetinin tam göbeğinde enerji."
"Türkiye'nin petrol ve doğal gazda Rusya'ya bağımlılığı giderek daha da artıyor. Üstelik Gazprom, Lukoil ve Rosneft gibi Rus şirketleri artık sadece tedarikçi olmakla da yetinmiyorlar. Aynı zamanda Türkiye'de karlılığı yüksek petrol ve doğal gaz dağıtım, pazarlama, elektrik üretimi ve rafineri gibi sahalara da el atıyorlar. Bir de yıllardır sürüncemede olan nükleer santrallerimizi emanet edersek kömür, rüzgar ve güneş enerjisi dışında ipleri Rusya'ya teslim etmiş olacağız.
Zaten ticarette Almanya'yı geride bırakıp en büyük ortağımız oldu. Turizmde de aynı şekilde Akdeniz sahillerimiz Rusya'nın Sovyetler Birliği'nin yıkılışı sonrasında kaybettiği Daca'ların yerini aldı. Savunma sanayi, inşaat sektörü en hızlı gelişen ortak alanlarımız.
Enerji ne yazık ki ilişkilerdeki dengeyi ağırlıklı şekilde Moskova istikametinde kaydırıyor. Bunu dengelemenin yollarını bulamazsak pek ustası sayılamayacağımız satranç masasında Rus hamleleri karşısında mat olmak işten bile değil."
"Ülkemizde artık Brüksel, Moskova ya da Washington'dan çizilmiş yol haritalarından ziyade, dünyadaki etkisi önümüzdeki dönemde daha da fazla hissedilecek yeni dönüşümü de hesaba katacak şekilde toplumsal boyutu ihmal edilmeyen yeni bir ekonomik, enerji ve siyasi bir gündemin rotasını gelecek kuşak için kendimiz çizmek zorundayız.
Zamanımız yaklaşıyor...
Küresel yeni enerji düzenin yönetim kurulu üyeleri arasında yer alabiliriz. Diğer uluslararası oyuncularla uyum içinde kendi oyun düzenimizi kurabiliriz. Söylemeye gerek var mı, bunu kendiliğinden hiçbir ülkeye vermezler."
diyor Sayın Mehmet Öğütçü. Kısa kısa alıntılar yaptım makalelerinden. Umarım ilişkiler yumağını az çok anlayabilmişsinizdir. Siyasetin yeni ekseninin ne olduğunu çok yalın bir dil ile Sayın Mehmet Öğütçü ifade etmiş.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Yönetene Emirname 3

Hazreti Ali'nin "emirname"sinde şunlar da söyleniyor: * Seni yokluk ihtimaliyle korkutarak ikram etmekten geri çevirecek cimriyi, zor ve ağır işlere karşı azmini gevşetecek korkağı, zulme saparak sana ihtirası iyi gösterecek hırslıyı meclisine sokma... * İyi bil ki toplumda kesimler vardır. Bunlardan her birinin sağlık ve iyiliği diğerlerinin sağlık ve iyiliğine bağlıdır. Bunlardan hiçbiri diğerinden bağımsız değildir... * Halk arasında hüküm vermek için öyle bir kimse seç ki, işten sıkılmasın, hak aramaya gelenlere sinirlenerek inada kalkışmasın, hatasında ısrar etmesin. Doğruyu gördüğü anda ona döneceği yerde dili tutulup kalmasın. Hiçbir zaman tamah ettiği bir menfaatin kaybolacağı gibi bir endişeye düşmesin. Meseleyi en küçük ayrıntısına kadar anlamadıkça edindiği kanaati yeterli görmesin... * Memurlarının haline iyice dikkat et. önemli görevlere en iyilerini getir, sırlarını açacağın, yazılarını yazdıracağın adamların soyu temiz, ahlâkı düzgün olsun. Gördüğü itibarla şımarıp başkalarının yanında sana karşı gelmeye cesaret etmesin... * İşlerin önemli olanlarıyla uğraştığın için önemsiz olanları yüzüstü bırakırsan mazur görülemezsin. Zavallılara ekşi çehre gösterme. Başka kimseler onları hesaba almadıkları için işleri sana kadar gelemeyenler vardır, onları araştır... * Sakın halkından uzun süre uzak ve saklı durma. Çünkü valinin halktan saklanması halkta yanlış kanaatler uyandırdığı gibi valinin işlere hakimiyetini de azaltır. Valilerin perde arkasında oturmaları perdenin dışında dönen işleri bilmelerini engeller. O zaman onların gözünden olayların büyüğü küçülür, küçüğü de büyür. Güzeli çirkin, çirkini güzel olur... * Kandan ve haksız yere kan dökmekten son derece sakın. Çünkü haksız yere kan dökmek gibi felâket getiren, bunun kadar sorumluluğu büyük, bunun kadar nimetin zevalini (nimetten mahrum kalmayı), devletin mahvolmasını hak eden bir şey yoktur...

10 Ekim 2009 Cumartesi

Yönetene Emirname 2

İyi bir yöneticinin neler yapmasına gerektiğine ilişkin "emirname" nin diğer bazı bölümleri de "hakimler" ve diğer kamu görevlileri hakkında.
* Halk arasında hüküm vermek için seçtiğin kişiler övülme ile şımarmaz, heyecanla eğilip bükülmez olsun. Aslında böyle kişiler de pek nadirdir. Bu kişilerin verdiği hükümleri sen sık sık tahkik et. Kendilerine, ihtiyaçlarını giderecekleri ve halktan bir şey istemeye lüzum duymamalarını sağlayacak kadar ikramda bulun.
* Onlara senin yanında öyle mevkiler ver ki, sana yakın olan diğer kişilerden hiçbiri o mevkiye göz dikmesin ve o kişiler de kendilerine başkalarından hainlik gelmeyeceğinden emin olsunlar. Bu hususta gayet dikkatli olmalısın. Çünkü bu din, kötü adamların elinde esir oldu, onun adına istenilen yapılıyor ve onunla dünya elde edilmeye çalışılıyor...
* Tayin edeceğin diğer memurlar konusunda da dikkatli ol. Çünkü en çok menfaat düşkünü kimseler bu tür görevler için hırs yaparlar. Sakın şahsi yakınlık saikiyle veya etki altında kalarak kimseye görev verme. Çünkü bencillik ve tarafgirlik zulüm ve hıyanete götüren iki nedendir.
* Bunların geçimlerini de geniş bir surette tatmin et. Çünkü bu tutumun kendilerini iyiliğe yöneltme hususunda kuvvetli bir destek olacağı gibi, elleri altındaki şeylere tenezzül etmekten de bu sayede uzak kalırlar.
Ayrıca, eğer emirlerine karşı gelirler veya emaneti sakatlarlarsa bu tutumun senin onlara karşı kullanacağın bir güç olur...
* Kalkınmış ülkeler yük taşıyabilirler, onlara istediğin kadar yük yükleyebilirsin. Bir ülkenin harap olması ise halkının sefalete düşmesindendir. Halkı sefil eden sebep de valilerin servet toplamaya düşkün olmaları, mevkilerinde uzun süre kalamayacaklarını düşünmeleri ve geçmiş olaylardan yeteri kadar ibret alamamalarıdır...
* Valinin çevresinde seçkin kimseler ile kendisine pek yakın olanlar vardır ki bazen bunların iltimasları, haksızlıkları ve muamelelerinde insafsızlık görülebilir. Sen bunların zararını bu gibi hallerin nedenlerini ortadan kaldırarak giderebilirsin.
* Çevrendekilerden, ileri gelenlerinden ve akrabandan hiçbirine toprak (devlet elindeki imkânlardan yararlanma hakkı) verme. Bunların hiçbiri senden cesaret alarak ortak su ya da ortak başka bir işe el koyup başkalarına zarar verecek şekilde mal edinmeye tamah etmesinler...
* Eğer has adamların ve yakınlarından biri yasaları çiğnemiş ise senin için ne kadar güç olursa olsun, cezasını eksiksiz uygula. Bu hususta sabır, sebat, dikkat göster ve davranışının sonunu gözet, çünkü bu tutumunun sonu hayırdır...

22 Eylül 2009 Salı

Yönetene Emirname

Hazreti Ali, Halife olduktan sonra Mısır'a bir vali tayin etti. Bu valiye de bir mektup, "emirname" gönderdi. Bu "emirname" de, iyi bir yöneticinin nasıl olması gerektiği etkili bir dille anlatılıyordu.
Halife, her konuyu "dünyevi" bağlamda açıkladıktan sonra sözü Allah korkusu ve Allah'ın adaletine getiriyor. Bu "emirname"nin çoğu bölümü bugün için de bir "insanlık" ve yönetim dersi niteliği taşıyor.
Hazreti Ali "emirname"sinde şöyle diyor:
* Halk için kalbinde sevgi ve merhamet duygularıyla iyilik eğilimleri besle. Sakın biçarelerin başına onları yutmayı ganimet bilen yırtıcı bir hayvan kesilme! Bunlar iki sınıftır: Ya dinde bir kardeşin, ya yaratılışta bir eşin. Evet bunların kabahatleri bulunabilir: Kendilerinde bir takım kusurlar çıkabilir. Hatayla ya da kasıtla işledikleri kabahatleri olsa da ellerinden tutup doğru yola getirmek mümkündür....
* Sakın affettiğinden dolayı pişman olma; hiçbir cezalandırman için de katiyen sevinme...
* Sakın, tam bir kudret sahibiyim, emrederim, itaat ederler, deme...
* İnsanlar hakkındaki bütün kin düğümlerini çöz. Seni intikama doğru sürükleyecek bütün ipleri kes. Sence açıklık kazanmayan şeylerin tümü hakkında anlamamış gibi görün.
* Şunu bunu gammazlayanın sözüne sakın inanma. Çünkü gammaz ne kadar saf görünürse görünsün yine de hilekârdır...
* Bilmiş ol ki, vali ile halk arasında karşılıklı güven ve iyi niyeti davet eden şey, valinin kendilerine hizmette bulunması, yüklerini hafifletmesi ve adaletle hükmetmesidir... Onlara yaptığın iyiliklerin ödülünü sana karşı duyacakları güvenle görürsün. Onlara kötü muamele etmenin karşılığı ise sana duyacakları düşmanlıktır...
* Bu ümmetin ileri gelenleri tarafından işlene işlene gelmiş, herkesin benimsediği ve halkın iyi bir şekilde uyguladığı güzel bir adeti sakın kaldırayım deme...
* Memleketin yararına olan tedbirleri tespit etmek ve senden önce insanlara huzur, güven, doğruluk ve iyilik sağlayagelmiş şeyleri devam ettirmek için bilginlerle ve bilenlerle sürekli olarak görüş ve danış.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Anket Sonucu: Memnun Olmadığınız Siyasi Gelişmeler Karşısında Tepkinizi Nasıl Gösterirsiniz?

Memnun Olmadığınız Siyasi Gelişmeler Karşısında Tepkinizi Nasıl Gösterirsiniz? diye sorduğum anketin sonuçlarını açıklıyorum;


                                           
                                             


29 Ağustos 2009 Cumartesi

Kotalı Hayatlar

Gecenin sessizliğinde,

biraz ortadan kayboldum ve sakince düşündüm...

Perakende hayatların toptan alıcısı olmak ne ifade edecek,

benim için?

Şimdi ezan okunuyor...

Durup, düşünüyorum bir kez daha...

Gerçekten istiyor muyum diye,

hep yaralı olan yüreklere merhem olmayı...

Her yürek acısına,

başkalarının verdiği katmerli  acılara,

ortak olmayı istiyor muyum diye...

Bazen deli olmak istiyorum.

Aklımca eseni yapmak,

sonra da iç sesimin haykırışlarına esir olmak istiyorum.

Belki de en güzeli kotalı bir hayata sahip olmak,

kotalı hayatlara ortak olmak...

Becerebilir miyim sence ha?

Bunu yapıp yapıp gece karanlığına atıp kendimi,

kaybolmayı başarabilir miyim?

Peki ya sonra...

Ya sonra açılacak olan o kara delikler...

O karanlık hayatlar ve

ardımda kalacak olan hüzün dolu hayat yaprakları...

Onlara ne olacak peki?

Kimi mutlu edecek bu hayat?

Evet ama buldum o aklımı karıştıran sorunun cevabını,

gecenin yalnız bıraktığı İstanbul sokaklarında...

Yalnız benim bileceğim cevabı...

İstanbul!

Bu gece benden karşılık beklemeden aldın koynuna,

sarmaladın tek gecelik bir ilişki değilmişcesine yalnızlığımı...

Sıcak havalarda,

donmak üzere olan yüreğime,

kotasız sevgilerin her daim var olacağını hatırlattın bana...

28 Ağustos 2009 Cuma

Aşk Hikayem Yok Benim

Olmuyor, olmuyor... Bir ileri iki geri işte... Bazen düşünüyorum ne yapabilirim diye ama aklıma gelen her çözüm bir daha bulaşmamak üzere... Hani diyoruz ya hep kalbinizden sevgiyi hiç eksik etmeyin diye, Anlıyorum ki sevgiyi değil ama bazen sevgiliyi eksik etmek gerekiyor. Aklım karışıyor, Karanlık olsa da kapkara geceye sığınsam... Samimiyetiyle sarar ya beni o, biliyorum evveliyatından... Yazın sıcağında keşke bir de gökler ağlasa ya benim için, Boşlukları doldursa bedenimde, düşen her damla... Aşkı sonsuzluğa uğurlamak, Denesem becerebilir miyim? Hep bir şeyler eksik olur mu? İçimde bir şey acıyor, "Biraz ümitlere" yer vermek istemiyorum oysa ki hayatımda... İnanmak istiyorum, Ama işte her seferinde biraz da törpüleniyorum.... Boşluk doldurmacayı oyun olarak bile sevemedim, Başkalarının sahibi olduğu hayatların boşluklarını nasıl doldurayım... Kendi içimde yaşamalıyım belki de hep o kara sevdaları, Hiç niyetlenmemeliyim başka hayatlarda yer edinmeye, hayatlarını paylaşmaya... Belki de en güzeli Teoman'a kulak vermek olsa gerek; FriendFeed Yorumları;

23 Ağustos 2009 Pazar

Tavşanlar ve Gerçekler

Sibirya'nın uçsuz bucaksız bozkırlarından birinde bir ava yaşıyordu. Tek başına "taygada" yaşıyor, avlanıyor, kürk biriktiriyordu. Bu avcı iki tavşanı kafasına takmıştı. Tavşanlardan biri havalar ısındığı anda ortaya çıkıyor, gri postunun akında iyice tombul görünüyordu. Avcı gri tavşanı hiç sevmiyor, her rastladığında ona ateş ediyor, ama vurmayı hiç başaramıyordu.
Kış gelince gri tombul tavşan ortadan kayboluyor, zayıf ve beyaz bir tavşan ortaya çıkıyordu. Avcı bu tavşanı yazın ortaya çıkanın aksine seviyor, onun bulabileceği yerlere yiyecek bırakıyordu. Yıllar geçiyor, avaranın iki tavşanla serüveni aynı şekilde sürüyordu. Yaz geliyor, gri tombul tavşan avcıyı sinirlendiriyor, kış geliyor, zayıf gri tavşan avcıda acıma duygusu uyandırıyordu.
Avcı, şişman tavşanın kışları daha sıcak bir yere göçtüğünü, beyaz tavşanın ise zayıflığı yüzünden göçemediğini ve kışa yakalanıp kaldığını düşünüyordu. Böyle düşündükçe de gri şişmana daha çok kızıyor, zayıf beyazı daha çok seviyordu. Bir gün bir gezgin grubu avcının barınağında konakladı. Onlar yerleşirlerken avcı birden ilerde gri tavşanı gördü, hemen ateş etti. Gezginlerin başındaki yaşlı adam bu ani tepkisinin nedenini sordu.
Avcı uzun uzun yıllardır kendisini meşgul eden iki tavşanın hikâyesini anlattı. Avcıyla birlikte bütün gezgin grubu ateşin çevresinde oturmaktaydılar. Yaşlı gezgin hikayeyi dinledikten sonra konuşmaya başladı:
"Avcı arkadaş, sen aslında aynı tavşanı hem seviyor hem de ondan nefret ediyorsun. Hem besliyor hem öldürmeye çalışıyorsun. Tavşanın tüyleri tabiata uyum sağlamak için renk değiştirir. Dünyayı karlar kaplayınca kendini koruması ve kaçabilmesi için daha beyaz olur. Yaz geldiğinde tabiatın bütün renkleri ortaya çıktığından yine kendini gizleyebilmesi için tüyleri biraz grileşiyor. Sen onu kışın zayıf görüyor ve besliyorsun. Yaz gelince karşına besili bir tavşan çıkıyor ve bu kez sen ona yemek vermediğin gibi kovalayıp duruyorsun, kışa kadar tekrar zayıflıyor.
Avcı en şaşkın haliyle durup düşünürken yaşlı gezgin bir kez daha konuşmuş: "En önemlisi şudur: Sen zayıf ve beyaz bir tavşan gördüğünü düşündüğünde aslında şişman ve gri bir tavşanı görüyor olabilirsin. Şişman ve gri sandığın tavşan da aslında beyaz ve zayıf bir tavşan olabilir. Senin gerçek diye gördüğün aslında gerçekten farklı olabilir. Fark ettiğini sandığın gerçeğin ardında her zaman başka bir gerçek bulunabilir...
FriendFeed Yorumları;

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Kemal Derviş'ten Yeni Parti

Bugün TV'de yayımlanan "Gazete" adlı programda, kanalın Ekonomi Müdürü Celal Toprak , DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'nin önderliğinde Merkez Sol'da yeni bir siyasi parti kurma çalışması olduğunu dile getirdi. Bu oluşumun içinde Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Ufuk Uras ve Kemal Derviş gibi isimlerin yer aldığını belirtmiş Toprak.
DİSK Başkanı'nın Mustafa Sarıgül'ün oluşturduğu Türkiye Değişim Hareketi içerisinde önemli bir konumda olduğunu bildiğim için bu bilgi bana biraz garip geldi. Ahmet İnsel, Fuat Keyman gibi değerli akademisyenlerin de içinde yer aldığı "light laik sol parti"nin kurulma aşamasında olduğu ve hatta Doğu Güneydoğu Anadolu'da örgütlendiği söylendi. Lakin bu kadar derin ve sessiz bir örgütlenmeyi kimse beceremedi. Siyasette hiç bir şey gizli kalmaz ilkesi gereği.
Kemal Derviş'in lideri olduğu bir siyasi hareket mevcut haliyle bu toplumun hangi katmanlarından oy alabilir ya da kendisini nasıl iktidara taşıyabilecek merak ediyorum. Bu son gelişinin bir oluşuma alamet olduğunu biliyordum ve çevreme de dillendiriyordum. Lakin benim düşüncem bir hareketin içerisine dahil olması yönündeydi. Bu şekilde bir plan varsa oldukça cesur bulurum. Günümüz koşullarında algılara göre siyaset söz konusu. Ve bu toplumun algısına bugüne kadar Recep Tayyip Erdoğan hitap ettiği için iktidarı elden bırakmıyor.
İsimler gerçekten siyasetin içinde olması gereken ve dönüşümü sağlayabilecek isimler. Lakin toplumun sempati ile yaklaşabileceği onlarla birebir de etkili iletişim kuracak isimler değiller. Bu tip bir lideri alıp yanlarına, onun fikirlerine etki edebilseler çok daha mantıklı olur. Bu toplum bu haliyle hazır değil bu tip bir oluşuma.
Evet sola alternatif üretmekse amaç, bunda kesinlikle başarılı olurlar. CHP ve onun liderini alaşağı edebilirler. Ama iktidar olmaksa amaçları bu hali ile biraz zor.
% 20'ye mi talipler % 48'e mi talipler? Önce bunun inandırıcı bir cevabı verilmeli!
FriendFeed Yorumları;

4 Ağustos 2009 Salı

Türkiye’de Siyasal, Toplumsal, Ekonomik ve Kültürel Gelişmeler

Genar geçtiğimiz günlerde yaptığı bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarını açıkladı. Araştırma; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya Konya, Adana, Gaziantep, Samsun, Kayseri, Manisa, Mardin, Malatya, Erzurum, Van, Diyarbakır ve Trabzon illerinde örneklem 1560 kişi ile yüzyüze yapılarak gerçekleştirilmiş.
Araştırmada ilk göze çarpan husus, hükümetin de, küçük partiler hariç, muhalefetin de gücünü koruduğu olmuştur. İkinci olarak, sivil- asker ilişkileri, darbe belgesi, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması, mayınlı arazilerin durumu gibi konularda toplum herkesi sağduyulu olmaya çağırmaktadır. Üçüncü bir diğer önemli tartışma mevzusu da, darbeciliğin ülkemizde yeri kalmadığına dair yaklaşımın dikkat çektiğidir.
Bu bağlamda, yapılan araştırmadan elde edilen bulgulara dair kısa değerlendirmeler:
SİYASİ PARTİLER DURUMLARINI KORUMAKTADIR: Muhtemel bir milletvekilliği seçiminde hem iktidar partisi olarak AK PARTİ’nin hem de anamuhalefet partisi olarak CHP’nin oylarını artıracağı anlaşılmaktadır. AK PARTİ %41.8’e, CHP ise %25.4’e yükselmiş gözükmektedir. MHP, DTP ve SP’nin de oylarını sabitlediği söylenebilir. Buradan anlaşılan, son seçimde kendini ispat etmiş olan partilerin güçlerini korumaya devam ettiği, erimiş olan küçük partilerin erimeye devam ettiği ve diğer partileri beslediğidir.
EN BÜYÜK ŞEHRİN BAŞKANI EN BAŞARILI BAŞKAN: Türk toplumuna göre Türkiye’nin en başarılı beş büyükşehir belediye başkanı Kadir Topbaş, Aziz Kocaoğlu, Melih Gökçek, Aytaç Durak ve Yılmaz Büyükerşen’dir.
POTANSİYEL LİDER MUSTAFA SARIGÜL: Toplumun %14.6’sı mevcut siyasi liderler dışında potansiyel lider olarak gördükleri birileri olduğunu söylemektedir ve ilk sırada %32.5 ile Mustafa Sarıgül ismi vardır.
ERGENEKON LİSTEDEN DÜŞMÜYOR: Türk toplumu son üç ayın en önemli gündem maddeleri olarak küresel mali krizi, Ergenekon soruşturmasındaki yeni gelişmeleri, Ergenekon’la ilişkilendirilen cephanelikleri, darbe belgesini ve PKK saldırıları sonucu verilen şehitleri öne çıkarmıştır.
KRİZ KEMER SIKTIRDI: Krizin sosyo-ekonomik etkilerine bakıldığında, toplumun önemli ölçüde masraflarını kıstığı anlaşılmaktadır. Zira, katılımcıların %71.5’i yakınlarına hediye alma harcamalarında, %71.9’u kişisel bakım harcamalarında, %73.9’u gıda-sağlık-eğitim gibi temel harcamalarda, %76.9’u ise sinema-tiyatro-konser-gezi gibi sosyal ve kültürel harcamalarda kesintiye gitmiştir. Krizin sosyal etkilerine dair sorulan “son 5-6 ayda ekonomik krizin etkileriyle yakın çevrenizle olan ilişkilerinizde olumsuzluklar yaşadınız mı” sorusuna katılımcıların %69.3’ü olumsuzluklar yaşadıkları yönünde cevap vermişlerdir. Toplumsal olarak bakıldığında, katılımcıların %59.6’sı yaşanmakta olan küresel ekonomik krizin dibe vurduğu ve ekonominin bundan sonra iyiye doğru bir çıkış yakalayacağı düşüncesine katılmadığı görülmektedir. Katılımcıların %46.9’u hükümetin ekonomik krize karşı uygun politikalar üretmediğini düşünmektedir. Uygun politikalar ürettiğini düşünenler ise %26.6 kadardır.
BELGE KONUSUNDA KAFALAR KARIŞIK: Toplumun %45.3’ü hükümeti darbe yoluyla düşürme belgesi olarak gündemde yer alan belgenin gerçek olduğunu düşünürken %54.7’si böyle düşünmemektedir.
KENAN EVREN REFERANDUMU KAYBETTİ: Darbecilerin yargılanması konusunu halka sormak gerektiği yönünde açıklamalar yapan Kenan Evren halkoylamasını kaybetmiş gözükmektedir. Zira, katılımcıların %61’i darbecilerin yargılanması gerektiğini düşünmektedir. Buna paralel olarak %66.4’ü de 28 Şubat 1997’de darbe yapmayı planlayanların yargılanmasını istemektedir. Bunun anlamı, artık ülkemizde Türk toplumu darbeye geçit vermeyecek demektir.
ÇOĞUNLUK SİVİL MAHKEMEDEN YANA: Askeri personelin sivil mahkemelerde yargılanmasına imkan veren yasanın onaylanması ile ilgili soruya %60.4 oranında destek gelmiştir.
CUMHURBAŞKANI BAŞARILI: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e dair başarı algılamasında toplumun %66.2’si kendilerini başarılı bulmaktadır.
TOPLUM DEĞİŞİMİ SEVDİ: Son yerel seçim sonrasında yapılan kabine değişikliğinin beğeni durumu sorulduğunda, katılımcıların %31.7’si yeni kabineyi beğendiğini, %32.7’si kısmen beğendiğini söylerken, beğenmediğini söyleyenler %35.6 olmuştur.
AB BİZİ ALDATIYOR: Toplumda AB ile ilgili algılar ve yargılar zaman zaman değişse de, her zaman dikkatleri çekmeye devam etmektedir. Bu bağlamda, katılımcıların %89.2’si AB’nin gerçekte Türkiye’yi üyeliğe kabul etmek istemediği ve bizi oyaladığı görüşünde olduğunu söylemektedir.
SURİYE SINIRINDAKİ MAYINLI ARAZİYİ TSK TEMİZLEMELİ: Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi ile ilgili olarak hükümetin tavrının olumlanma oranı %53.5’tir. Ayrıca, katılımcıların %58.4’ü de mayınlı arazilerin temizlenip İsrail’e kullandırılacağı yönündeki muhalefet görüşüne katılmadığını belirtmektedir. Suriye sınırındaki mayınların temizlenme işinin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılmasını isteyenler %88.9, bir Türk şirket tarafından temizlenmesini isteyenler %52.3 iken; İsrail, ABD, Almanya, İngiltere veya Suriye tarafından yapılamasını kabul edenler %2-3-4 seviyesinde kalmaktadır. Yani, toplum “sofrayı kuran kaldırsın” demiş olmaktadır.
HÜKÜMETİN BAŞARISI %50 BANDININ ÜZERİNDE: AK PARTİ hükümetine dair çeşitli konulardaki başarı algısına bakıldığında toplumun %57.7’si sosyal yardımlar, %56.5’i çetelerle mücadele, %52.3’ü terörle mücadele, %51.4’ü dış politika, %48.1’i demokratikleşme ve %48.1’i ekonomi alanlarında hükümeti başarılı bulmaktadır. Bu oranların tamamının hükümetin son seçimde aldığı il genel meclisi oy oranın üzerinde olduğu dikkat çekmektedir. AK PARTİ hükümetine dair genel başarı algısı %54.3 iken bu değer CHP için %32.8, MHP için 27.2, SP için %14 ve DTP için %11.9’dur.
ORDU EN GÜVENİLİR KURUM: Kurumlara güven sorgulamasında ordu %82.0 ile birinci sırada yer almaktadır. Ardından %68.6 ile cumhurbaşkanlığı, %65.5 ile yargı, %65 ile TBMM, %55.2 ile hükümet, %36.9 ile medya, %36 ile YÖK ve %32.4 ile muhalefet partileri gelmektedir.
2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ TÜRKİYE’DE BİLİNMİYOR Katılımcıların %86.8’i 2010 yılında İstanbul’da gerçekleşecek olan uluslararası organizasyonun ne olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. Bildiğini söyleyen %13.2’lik kitle kültür başkenti, Avrupa başkenti, medeniyetler ittifakı, dünya kültür başkenti, İstanbul medeniyetler ve kültürler buluşması gibi dağınık ve olayın tam adını veremeyen ifadeler kullanmışlardır.
Liderlerin en belirgin özelliklerini düşünerek her bir lideri bir ifadeyle özdeşletirir misiniz? sorusuna ise verilen cevaplar;
Share/Save/Bookmark

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Dervişin Eşeği

Dervişin biri uzun süre eşeğinin üzerinde yol aldıktan sonra varlıklı birinin evine konuk oldu. Eşeğini pek seviyor, ona değer veriyordu derviş. Kendisini karşılayan hizmetkara eşeğinin yularını verip ev sahibinin sofrasına oturduktan sonra aklına eşeği geldi.
Hizmetkarı çağırdı ve sordu: "Benim eşeğe yemek verdin mi?"
Hizmetkar, "vereceğim" diye cevap verdi. Sonra aralarında şu konuşma geçti:
"Benim eşek saman ve arpanın iyisinden yer, ona göre ver olur mu?"
"Hiç merak etme derviş, en iyi samanı ve arpayı vereceğim."
"Semerini indir, sırtını bir güzel tımarla."
"Hiç merak etme derviş, benim işim budur, çok iyi yaparım."
"Ben eşeğimi çok severim, ne olur, yatacağı yeri biraz temizle de rahat uyusun zavallı."
"Hiç merak etme derviş, onun rahatı için elimden geleni yaparım."
Derviş uyumak için konuk odasına geçmiş, hizmetkar da aklında dervişin istekleri olmasına rağmen "Aman şimdi yorgunum, sabah bakarım" deyip yatmış.
Gece boyunca derviş hiç doğru düzgün uyuyamamış, rüyasında sürekli eşeğini çeşitli eziyetler altında görüyormuş. Sabaha kadar bu rüya ile dönüp durmuş. Bir ara uyanınca aklına eşeğine bakmak gelmiş ama hizmetkarın kendinden çok emin sözleri aklına gelince kalkmaktan vazgeçip tekrar yatmış.
Hizmetkar ise sabah erkenden kalkmış, eşeğin yanına gitmiş. Eşek toz toprak içinde aç, susuz yatıyormuş. Hizmetkar eşeği kaldırmış, dervişi kandırmak için sağını solunu silmiş, sonra canlansın diye değnekle vurmaya başlamış.
Derviş evden çıkarken gelmiş eşeği teslim etmiş ve hemen ortadan kaybolmuş. Derviş sevgili eşeğine binerken onu böyle canlı canlı görünce memnun kalmış, ev sahiplerine veda etmiş, yola çıkmış.
Daha birkaç dakika gitmemiş ki, eşeğin dizleri bükülmeye başlamış, iyice ağırlaşmış ve birkaç adım sonra da çöküp kalmış.
Bu hikayeden birkaç sonuç çıkarılabilir;
* Çok havalı konuşanlara hemen güvenme, işlerini denetle.
* Sevdiğin insanları başkasına emanet etme, gözün hep üzerinde olsun.
* Sahte saygı gösterenlerin sahtekarlığına kanma.
* Kendi işinin hep sahibi ol, başında dur.
* Kendi işini kendin yap, ele güvenme.
* Kendi karnını doyurmaya bakarken, yakınlarının da doymalarını güvence altına al.
* Sana dost ve bağlı gibi davranan, her zaman dost çıkmaz.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

YÖK'TEN SON DAKİKA GELİŞMESİ!!!

Arkadaşlar YÖK ile görüştüm. Haberlerin gerçek dışı olduğunu ifade ettiler. "O miktarlar bir öğrencinin yıllık maliyetini ifade ediyor. Bu zam oranları kesin değildir. Bunu belirleyecek olan ilgili bakanlıklardır. Artışlar önceki yıllardan farklı olmayacak. YÖK toplantı halinde bu yansımalar ile ilgili olarak. Detaylı bir açıklama yapılacak."
Durum şimdilik bu arkadaşlar. Şimdi YÖK'ün açıklamasını ve Bakanlar Kurulu'nun yaklaşımını ve gerçek zam oranlarını bekleyeceğiz. Anadolu Ajansı maalesef yine insanları yanlış haberle yanıştmış oldu.
Ve son olarak arkadaşlar Facebook üzerinde özellikle bazı gruplar provokatif davranışlar sergiliyorlar. Onların galeyanına gelmeden yetkili kurumların açıklamasını bekleyin!
Bu grup yetkilileri işin aslını yetkililerden öğrenip duyuracağına tam tersine gerçekleri anlatanların yorumlarını inatla siliyorlar.
İnanmayın bunlara ve yetkili kurumların cevaplarını bekleyin mutlaka!

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Pratik Bilgelik

Barry Schwartz: Bilgeliği Kaybedişimiz Üzerine
Barry Schwartz, bürokrasi yüzünden çılgınlığa sürüklenmiş toplumumuza bir çare olarak bizi "pratik bilgeliğe" davet ediyor. Kuralların bizi yanılttığını, primlerin ve ödüllerin geri teptiğini bu yüzden pratik, gündelik bilgeliğin dünyamızı yeniden kurmamıza yardımcı olacağını savunuyor.
Başkan Obama, ulusa seslenişi sırasında içinde bulunduğumuz finansal krizden çıkmaya gayret ederken herbirimizin elinden geleni yapmasını istedi. Bunun için bizden ne istedi? Neyse ki önceki başkan gibi bize "alışverişe çıkmamızı" söylemedi. Şunu da demedi: "Bize güvenin, ülkenize güvenin. Yatırım yapın, yatırım yapın, yatırım yapın." da demedi. Bunun yerine, çocuk oyunlarını bir yana bırakmamızı söyleyip, bize erdemden bahsetti. "Erdem", modası geçmiş bir kelime. Burası gibi son derece modern bir yerde eğreti duruyor. Dahası, aranızdan bazıları anlamını merak ediyor olabilir.
Bir örnekle anlatmaya başlayayım;
Ekranda bir hastane hademesinin görev tanımı geçiyor.(Ekranda yazanlar:"Yerleri cilala, temizlik ekipmanını çalıştır, tıkalı tuvaletleri aç, elektirik süpürgesiyle yerleri temizle, vs...") Buradaki kalemlerin hepsi önemsiz. Bunlar, zaten bilinen şeyler: yerleri sil, sonra süpür, çöpleri boşalt, dolaplardaki malzemeler bittikçe yenilerini al. Bu kadar fazla iş olması biraz şaşırtıcı olabilir ama hepsi bilinen şeyler.
Fakat dikkatinizi çekmek istediğim bir şey var: Çok uzun bir liste olsa da bu listenin içinde diğer insanları ilgilendiren hiçbir madde yok. Bir tane bile yok! Hademe, hastanede değil de morgda çalışsaydı da aynı işi yapacaktı.
Buna rağmen, psikologlar, hastane hademelerinin kendi işleri hakkında ne düşündükleri üzerine araştırma yaparken bir mülakat sırasında Mike ile karşılaştılar:
Mike onlara, Mr.Johenos'un yatağından kalkıp da yeniden gücünü kazanabilmesi için biraz egzersiz yapabilmesi için yerleri silmekten vazgeçtiğini anlattı. Charlene ise. bir aile fertlerini günler boyunca devamlı lobide oldukları için, uyurlarken elektrik süpürgesini çalıştırmak istemediğini ve bu yüzden, müdürün uyarısına rağmen temizlik yapmadığını anlattı. Luke ise, komadaki bir gencin odasını iki kere temizlediğini söyledi: Çünkü altı aydır başında nöbet tutan babası. ilk seferinde Luke'un odayı temizlediğini görmemiş ve öfkelenmişti. İşte bu tür davranışları, hademelerde, teknisyenlerde, hemşirelerde, bir de -arada bir şansımız yaver giderse- doktorlarda da görmek: insanları biraz daha iyi hissetirmekle kalmaz, hasta bakımının da gözle görülebilecek kadar arttırıp, hastanelerin de düzgün çalışmasını sağlar. Kuşkusuz bütün hademeler böyle davranış göstermez. Ancak, bu tür şefkat. özen, ilgi ve insani ilişkileri, görevlerinin önemli bir bölümü olduğunu düşünenler bu tür davranışları gösterirler. Oysa ki görev tanımları diger insanlarla iligili tek bir kelime içermemektedir. Bu hademelerin ahlaki iradeleri, diğer insanlara hakkaniyet gösterecek seviyededir. Bunun da ötesinde "hakkaniyetin" anlamını bilecek ahlaki becerileri vardır.
Aristo demiştir ki, "pratik bilgelik, ahlaki irade ve ahlaki becerinin birleşimidir." Bilge insan, bu hademelerin görevlerini başka amaçlar uğruna bırakacaklarını bildikleri gibi, her bir kuralın ne zaman nasıl bozulacağını bilir. Bilge insan, Luke'un yeniden odayı temizlemesi gibi kendiliğinden hareket etmesini bilir. Gerçek hayattaki sorunlar belirsizdir; iyi tanımlanamazlar ve hep farklı koşullarda karşımıza çıkarlar. Bilge insan, kağıttaki notaları kullansa da aynen tekrarlamayıp kendi yorumunu yapan caz müzisyeni gibi karşısındaki duruma ve insana uygun şekiller icat eder.
Bilge insan, bu ahlaki becerileri doğru amaçlar için nasıl kullanacağını bilir: Başkalarına fayda için; kandırmak için değil. Ve nihayet belki de en önemlisi: Bilge doğulmaz; bilge olunur. Bilgelik, deneyime dayanır; ama doğru deneyimlerin yaşanması gerekir. Faydalı olduğun insanları tanıman için vkte ihtiyacın vardır. Doğaçlama yapabilmen için, yeni şeyler deneyip arada bir yanılığ hatalarından ders çıkarmak için izin verilmesi gerekir. Ayrıca kendileri de bilge olan akıl hocalarına ihtiyacın olur. Bu bahsettiğim hademelere, işlerini öğrenmenin zor olup olmadığını sorarsanız çok fazla deneyim gerektiğini söylerler. Çok fazla deneyim gerektiren, yerlerin silinip çöplerin boşaltılması değildir. İnsanlara özen göstermeyi öğrenmektir. TED'de parlak zeka diz boyu, hem de insanı korkutacak kadar. İşin güzel yanı bilgelik için zeka gerekmez. Maalesef, bilgelik olmadan zeka yetersiz kalır. Aksine, sizin de, başkalarının da başına dert olur. Hepimizin bunu bildiğini umut ediyorum.
Sanki bunlar bariz gerçeklermiş gibi görünüyor ama şimdi ufak bir öykü anlatacağım. Bu bir limonata öyküsü. Babası, 7 yaşındaki oğlunu Detroit Kaplanları'nın maçına götürmüş. Çocuk limonata istemiş, babası da büfeye gidip limonata sormuş. Büfedekiler, sadece Mike'ın Sert Limonatası olduğunu söylemişler. Meğer Mike'ın Sert Limonata'sında yüzde beş alkol varmış. Baba -üniversite hocası olduğu için- Mike'ın Sert Limonata'sında alkol olduğunu tahmin edememiş. Oğluna götürmüş. Çocuğu limonata içerken gören bir güvenlik görevlisi polisi çağırmış, polis ambulans çağırmış. Ambulans çocuğu kapıp hastaneye götürmüş. Acil'deki doktor çocuğun kanında alkol olmadığını söylemiş. Çocuğu göndereceklermiş, ama öyle hemen olmaz: Wayne Kazası'nın Çocuk Esirgeme Kurumu araya girmiş. Çocuğu üç günlüğüne kendisine bakacak bir gönüllü aileye teslim etmişler. Üç günün sonunda çocuk evine dönebilmiş mi? Valla, yargıç "evet" demiş, "ama baba evden çıkıp otelde kalırsa." İki hafta sonunda, nihayet aile biraraya gelebilmiş. Ama, kurum çalışanları ve ambulanstakiler ve hatta yargıç aynı şeyi söylemişler: "Nefret ediyoruz ama kurallara uymamız gerekli."
Bu olaylar nasıl oluyor?
Bu öyküyü NPR radyosunda anlatan Scott Simon, "Kurallar ve yordamlar aptalca olabilir ama en aızndan düşünmene gerek kalmaz." diyor. İşin doğrusu kurallar, genelde memurlar işlerine liyakat göstermediklerinden, bir zamanlar bir çocuğun kötü bir ebeveyne teslim edilmesine göz yumduklarından konmuştur. Kabul. İşler yolunda gitmediğinde -ki elbet bazen işler yolunda gitmez- yeniden yola sokmak için iki araç kullanırız. Sarıldığımız bir araç kurallar; daha fazla kural koyalım, daha iyi kurallar koyalım. Sarıldığımız diğer araç da ödüllendirme; daha fazla ödüllendirelim, daha güzel ödüller verelim. Zaten yapacak başka ne var ki? Finansal krize verilen tepki de bu şekilde. Kural koy, kural koy, kural koy. Ödül ver, ödül ver, ödül ver.
İşin gerçeği, ne kurallar ne de ödüller işleri yoluna sokmak için yeterlidir. Hademelerin yaptıklarını anlatacak bir kural yazabilir misiniz? Şefkat göstermeleri için maaşlarına bonus mu eklersiniz? Bu, işin doğasına aykırı. Sorun şu ki, kurallardan gittikçe daha çok medet umdukça kısa vadede sorunları çözüyorlar ama uzun vadede daha da büyük sorunlar yaratıp, işleri sarpa sardırıyorlar. Kurallara aşırı bir itimat, aşırı bir güven ve bağlılık ahlaki becerinin yerini alıp, hatalarımızda öğrenme imkanımızı ortadan kaldırıyor. Ödüllendirmeye ve primlere abartıyla başvurmak ahlaki irademizin yerini alıp "doğru olanı yapma" isteğimizi yok ediyor. İstemeden de olsa kurallara ve ödüllendirmeye başvurarak bilgeliğe karşı savaş açıyoruz. Önce kurallar ve ahlaki beceriye açılan savaş ile ilgili birkaç örnek vereyim: Limonata öyküsü bunlardan biri. İkincisi, sizin de iyi bildiğiniz, modern Amerikan eğitimin hali; ezberci, ayakbağı müfredat. İşte Chicago'da bir anaokulundan örnek:
Günün Dersi/ Edebiyat okuma ve sevme "B" harfi ile başlayan kelimeler. 'Banyo': "Öğrencileri halının üzerinde toplayın ve sıcak suyun tehlikelerini anlatın." 25 sayfalık resimli kitabı öğretmek için bu metindeki 75 maddeyi söyleyin. Chicago'nun her tarafındaki bütün anaokullarında, bütün öğretmenler, aynı günde, aynı kelimeleri, aynı şekilde söylüyor. Bu metinlerin niye burada olduklarını biliyoruz. Öğretmenlerin muhakeme yeteneklerine, onları salıverecek kadar güvenmiyoruz. Bu tür metinler, felaketlere karşı sigorta poliçesidir. Gerçekten de felaketleri önlerler. Ancak felaketlerin yerine vasatlığı garanti ederler.
Yanlış anlamayın. Kurallar gereklidir! Caz müzisyenlerine nota gerekir - çoğu sayafa üzerinde nota ister.Allah için, bankacılara daha da fazla kural koymak gerek. Ancak çok fazla kural, yetenekli caz müzisyenlerinin doğaçlama yapmasını engeller. Sonunda, yeteneklerini kaybederler veya daha vahimi, çalmaktan tümüyle vazgeçerler.
Peki ya ödüllendirme? Sanki daha akıllıca gibi görünüyor.Eğer bir işi yapmak için zaten bir sebebiniz varsa, bende size ikinci bir sebep verirsem, iki sebep bir sebepten iyi olduğundan, mantıken yapma ihtimaliniz artacaktır. Değil mi? Bazen değil. Bazen aynı işi yapmak için iki sebep birbirini desteklemek yerine birbirleriyle çelişir ve insanları o işi yapmamaya iter. Vakit az olduğu için sadece bir örnek vereceğim. 15 sene önce İsviçre'de nükleer çöplük yeri bulmaya gayret ediyorlardı. Referanduma gidilecekti. Bir grup psikolog, konuyu iyi bilen vatandaşlarla mülakat yaptılar; ve "ilçenizde bir nükleer çöplük olmasına razı olur musunuz?" diye sordular. İnanılmaz bir şekilde, yüzde ellisi "evet" dedi. Hepsi bunun tehlikeli olduğunu biliyordu. Emlaklarının değerlerini düşüreceğini de düşünüyorlardı. Ama çöplüğün bir yere yapılması gerekliydi ve vatandaş olarak sorumlulukları vardı.
Psikologlar, başkalarına biraz daha farklı bir soru sordular. "Eğer size her sene aylık maaşınızın bir buçuk katını ödesek ilçenizde bir nükleer çöplük olmasına razı olur musunuz?" İki sebep var: Hem benim sorumluluğum hem de bana para veriyorlar. Bu sefer, yüzde elli "evet" diyeceğine, yüzde yirmi beş "evet" dedi. İşin sırrı şu: Bu primi gördüğümüz anda içimize işliyor; biz de "Sorumluluk neyi gerektirir?" diye soracağımıza, "İşime gelen nedir?" diye soruveriyoruz. Primler çalışmayınca, müdürler, şirketlerinin geleceğini düşünmeyip de, kocaman ödüller veren kısa vadeli çıkarlar peşinde koştukça cevap hep aynı oluyor: Daha da iyi ödüller bulalım.
Doğrusu o ki, tasarlanacak ödüller asla yeterince iyi olmayacak. Bütün ödüllendirme düzenekleri kötü niyetle bozulabilir. Ödüller gereklidir. İnsanlar parayı hakederler.Ancak ödüllere fazla başvurursak, bu sefer profesyonel faaliyetlerin hevesi kaçar. Her iki anlamda da hevesi kaçar. İşle uğraşan insanların hevesi kaçar. Faaliyette de heves edilecek bir şey kalmaz. Başkanlık'a başlamadan önce Barack Obama, "Sadece 'karlı mı?' değil, 'doğru mu?' diye de sormalıyız." dedi. Mesleklerin hevesi kaçtığında o meslekleri icra edenler de verilecek ödüllere bağımlılaşır. Ve "doğru mu?" sorusunu sormayı bırakırlar.
Bunu tıpta görüyoruz: (-Ekranda karikatürler gösteriliyor- "Ciddi bir durumunuz yok ama yine de mahkemeye kadar gitmemesi için takip edelim.") İş hayatında da görüyoruz: ("Üzgünüm ama bugünün pazar şartlarında rekabetçi olabilmek için senin yerine kişiliksiz birini almamız gerekiyor."), ("Ruhumu şimdiki fiyatının onda birine satmak zorunda kaldım.")
İnsanlarının mesleklerini bu şekilde icra etmek istemedikleri bariz. O zaman ne yapabiliriz? Birkaç umut ışığı: Çalışma hayatına yeniden heves katmalıyız. İşe yaramayacak bir yöntem: Ahlak bilgisi dersleri vermek. Ciddi olmadığını göstermenin en iyi yolu, ahlakla ilgili söylenebilecek her şeyi ufak bir pakete koyup, "Ahlak Bilgisi" adı altında rafa kaldırmaktır. Bunun yerine ne yapmalı?
Bir:Ahlak timsallerini tebrik edin. Kabul etmek gerekir ki, hukuk okumaya başladığınızda, kulağınıza bir ses Atticus Finch'in ismini fısıldar. (Atticus Finch, 'Bülbülü Öldürmek' kitabındaki erdemli avukatın adıdır.) Kimse on yaşındayken icra takibi ve şirket alımları için avukat olmayı düşlemez. İnsanlar, ahlak timsallerinde esinlenirler. Fakat hayat kavgasında gide gele, ahlak timsallerinin varlığını kabul etmemeye başlarız. Valla, kabul edin! Ahlak timsalleriyle gurur duyun. Kutlayın. Size aksini öğretenlere de bu insanların varlığını gösterin ve onların da kutlamalarını isteyin. Bu yapılabileceklerden biri.
Kaçınız hatırlar bilmiyorum: On beş önceki bir ahlak timsali olan Aaron Feuerstein'dır. O dönemde Massatchusetts'de Malden Mils'in başındaydı. Polartec isimli sentetik kumaşları imal ediyorlardı. Fabrikaları yandı. Üç bin çalışanının hiçbirini çıkarmadı; hepsine maaşlarını vermeyi devam etti. Neden? Çünkü işten çıkarılmak, hem işçiler için hem de toplum için bir felaket olacaktı. "Belki şirketimiz yatırımcılara kağıt üzerinde daha değersiz görünüyor ama eskisinden daha bile değerli olduğunu ben size söyleyebilirim. İşimiz iyi gidiyor."
Bu TED'de bile birçok ahlak timsalinden konuşmalar dinledik. İki tanesi bana esin kaynağı oldu. Biri Ray Anderson'dı... Ray Anderson, etrafına zararlı bir imparatorluğun bir kısmını doğaya zararsız, en azından çok az zararlı bir işe çevirdi. Neden? Çünkü doğru olan buydu. Bir de üzerine fark ediyor ki aslında daha da fazla para kazancak. Çalışanları, çabasından ilham alıyorlar. Neden? Doğru olanı yapmak adamları mutlu ediyor. Dün, Willie Smiths'in Endonezya'nın yeniden ağaçlandırılması üzerine konuşmasını dinledik. Bir çok açıdan en mükemmel örnek bu. Çünkü doğru olanı yapmak için irade gerekliydi. Allah bilir, çok da teknik bilgi gerektirmiştir. Kendisi ve iş arkadaşlarının, böyle bir işin altından kalkmak için ne kadar çok şey bilmeleri gerekir -hayrete düşüyorum.
Ancak en önemlisi, zaten kendi de vurgulamıştı, gittikleri yerdeki toplumu tanımaktı. Beraber çalıştığın insanlar seni desteklemezse, işler başarısız olur. Üstelik, insanların seni desteklemelerini sağlamanın da bir formülü yok. Çünkü farklı cemiyetlerdeki farklı insanlar, hayatlarını farklı şekillerde düzenlerler. Dolayısıyla, burada da başka yerlerde kutlanacak çok insan var. Masallardaki gibi bir kahraman olmak gerekli değil. Bu insanlar, "gündelik kahramanlar". Anlattığım hademeler gibi "gündelik kahramanlar" da kutlamaya değerdir. Mesleğini ica eden insanlar olarak, hepimiz ve herbirimiz, mümkünse olağandışı ama değilse olağan kahramanlar olmaya gayret göstermeliyiz.
Kurumların başındaki insanlar olarak, ahlaki beceri ve ahlaki iradeyi cesaretlendiren ve körükleyen ortamlar yaratmaya gayret etmeliyiz. En bilge ve en iyi niyetli insanlar bile, içinde çalıştıkları kurumlarda akıntıya karşı yüzmek zorunda kalırlarsa sonunda vazgeçerler. Eğer bir kurumu idare ediyorsanız, işlerin hiç birini-ama hiç birini- yukarıdaki hademenin ki gibi tanımalamamalısınız. Çünkü aslında insanlarla ilişkiye geçmeyi gerektiren her iş bir ahlaki görevdir. Ve bütün ahlaki görevler, "pratik bilgeliği" gerektirir. Ve en önemlisi, öğretmenler olarak öğrettiğimiz insanlar için "gündelik kahramanlar", ahlak timsalleri olmalıyız.
Ve öğretmenler olarak hatırlamamız gereken bir kaç şey var. Biri, sürekli bir şeyler öğretmeye devam ettiğimiz. Her zaman izleyen birileri vardır. Kamera her zaman çalışmaktadır. Bill Gates, eğitimin öneminden bahsetti, özellikle KIPP'in sunduğu eğitim modelinden. "Bilgi güçtür." KIPP'in yaptığı bir çok muhteşem işten de bahsetti. Kenar mahalle çocuuklarını alıp üniversite için hazırlamışlar. Ben, KIPP'in yaptığı ama Bill'in bahsetmediği bir şeyi anlatmak istiyorum.
Fark ettiler ki, çocukların öğrenmesi gereken tek önemli şey, kişilik bütünlüğü. Kendilerine saygı duymayı öğrenmeliler. Arkadaşlarına saygı duymayı öğrenmeliler. Öğretmenlerine saygı duymayı öğrenmeliler. En önemlisi, öğrenmeye saygı duymayı öğrenmeliler. En önemli amaç budur. Bunu yaparsak, geri kalanları çorap söküğü gibi gelecektir. Öğretmenlerin bunu yapması, hem sizin hem de bütün eğitim çalışanlarının her günün her dakikası bunu yaşamalarıdır.
Obama erdemden bahsetti. Haklı olduğunu düşünüyorum. Ve en önemli erdemin de "pratik bilgelik" olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu, dürüstlük, şefkat, cesaret gibi diğer erdemlerin doğru zamanda doğru yerde gösterilmesini sağlar. Obama umuttan da bahsetti. Bu konuda da hak veriyorum. Umut için sebeplerimiz var. İnsanların, erdemli olması için imkan istediklerini düşünüyorum. TED, bir çok anlamda bu amaca hizmet ediyor: Doğru olanı, doğru şekilde, doğru sebepler için yapmayı istemek. Bu tür bir bilgelik, her birimizin elinde-sadece özen göstermemiz gerekli. Ne yaptığımıza, nasıl yaptığımıza ve en önemlisi çalıştığımız kurumların yapısına özen göstermeliyiz. Ancak bu özeni göstererek kendimizin ve başkalarının bilgeliklerini geliştirmesine fırsat veren kurumların oluşmasını sağlayabiliriz.
Çok teşekkür ederim.

Twitter