Ülkelerin ekonomik ve sosyal
gelişmişlik düzeylerini belirleyen etmenlerin başında eğitim sistemlerinin
kaliteli, toplumun yapısı ve ihtiyaçlarına uygun ve çağın gerektirdiği
niteliklerle uyumlu olması gelmektedir. Ekonominin rekabet gücü, üretkenliği ve
verimliliği, sosyal dokunun sağlamlığı, kültür-sanat alanının canlılık ve
zenginliği eğitim sisteminin kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bunlardan da
önemlisi, toplumsal düzenin adaleti, eğitimde fırsat eşitliğinin ne ölçüde
sağlandığına göre şekillenmektedir. Dolayısıyla, eğitim sistemleri üzerinde
reform niteliğinde düzenlemeler yapan ülkeler, sadece belli bir zaman diliminde
belli bir kesimi ilgilendiren bir karar vermemekte, bir anlamda bütün toplumsal
gelişim alanlarındaki mukadderatlarını da tayin etmektedirler.
Eğitim sistemlerinin kalitesini
belirleyen hususların başında, okul öncesinden ilk ve orta öğretimin bitimine
kadar geçen sürenin yaş grupları, okul aşamaları ve müfredat yapısı açısından
sağlıklı planlanması gelmektedir. Öğrencinin yaş grupları itibarıyla gelişim
özellikleri ve ihtiyaçları ile uyumlu olmayan bir ilk ve ortaöğrenim yapısı,
kaliteli araçlar, nitelikli insan gücü ve yüksek bütçelerle desteklense dahi
umulan sonuçları veremeyecektir. Bu noktada, özellikle temel öğretim aşamasının
doğru kurgulanması büyük önem taşımaktadır.
Öğrencinin okuma-yazma ile
sayısal düşünme ve çözüm yetenekleri açısından ilk adımları attığı, toplumsal
hayata ilişkin bilgileri ana hatlarıyla kavradığı, ailesi, milleti ve ülkesine
karşı temel değerleri özümsediği, çeşitli alanlardaki bilgisini oluşturmaya
başladığı bu dönem, esasında öğrenim hayatının başarısının anahtarıdır.
Çağdaş ve gelişmiş ülkelerin
eğitim alanındaki deneyim ve uygulamaları incelendiğinde, ülkemizde olduğu gibi
6 yaşından 14 yaşına kadar geçen temel eğitim sürecini tek bir aşamada
düzenlemek yerine, öğrencilerin yaş grupları ve fiziksel özellikleri temelinde
bir kademelendirmenin tercih edildiği görülmektedir.
ABD’de eyaletler arasında farklı
uygulamalar mevcut olmakla birlikte genel olarak eğitim ilkokul, ortaokul-lise
olmak üzere 3 ayrı düzeyde yapılandırılmakta ve bu düzeyler de kendi içlerinde
alt gruplara ayrılmaktadır. Öğrencilerin yaş gruplarına göre 4-6 yaşları
arasında okul öncesi (preschool) eğitimle başlayan süreçte, 10-11 yaş grubunda
ilköğretimin (elementary) tamamlanması, 11-14 yaş gruplarında ortaokul
(middleschool) ve lise-öncesi (junior high school) aşamalarının geçilmesi,
15-18 yaşları arasında da 4 yıllık lise (high school) döneminin bitirilmesi
öngörülmektedir.
İngiltere’de yine yaş gruplarına
göre bir kademelendirme uygulanmakta, 5-18 yaşları arasındaki zorunlu eğitim
süreci, 5-6 yaşlarında anaokulu (infant), 7-10 yaşlarında ilkokul (junior),
11-13 ve 14- 15 yaşlarında iki ayrı alt grupta ortaokul (secondary) ve nihayet
16-18 arasında lise (college) dönemlerinden oluşmaktadır.
Fransa’da 6-11 yaşları arasında
ilkokul, 11-15 yaşları arasında ortaokul ve 15-18 yaşları arasında lise eğitimi
verilirken, Almanya’da 6/7-11/12 yaşları arasında ilkokul, 12/13-15/16 yaşları
arasında ortaokul ve 16/17-18/19 arasında lise eğitimi uygulanmakta, Japonya’da
da eğitim süreci 6 yıllık ilköğretim, 3 yıllık ortaöğretim ve 3 yıllık lise
olmak üzere 3 ayrı düzeyde kurgulanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin 6-14 yaşlarını
tek bir eğitim kademesinde yapılandırmayı neden tercih etmedikleri, ülkemizin
bu noktada yaşadığı sıkıntı ve sorunlara bakılarak kolayca anlaşılabilir.
Bilindiği gibi, çocukluk ve ergenlik dönemleri, insanın değer yapısının henüz
oturmadığı, temel ahlaki normları ve sosyal davranış kurallarını özümseme
aşamasında olduğu, kendi fiziksel ve ruhsal niteliklerini ancak tanımaya
başladığı dönemlerdir. Bu bağlamda 6 yaşında henüz okuma-yazma öğrenme
aşamasında bulunan ve hayata ilişkin temel kavramların çoğundan habersiz bir
“çocuk” ile 13-14 yaşlarında fiziksel ve ruhsal kimliğinin şekillenme
aşamasındaki sancıları yaşayan bir ergenlik dönemi öğrencisini aynı “okul
ortamı”nda bulundurmanın kaçınılmaz olarak neden olduğu sorunları teşhis etmek
gerekmektedir.
Bu kadar geniş bir yaş aralığında
bulunan öğrencileri, bahçe, koridor, kantin, okul servisi gibi pek çok ortak
yaşam alanını paylaşmak zorunda bırakmak, özellikle küçük yaştaki öğrencilerin
ciddi psikososyal bozukluklar yaşamasına zemin hazırlamaktadır. Başarılı ve
verimli bir okul hayatı için öğrencinin öncelikle sağlıklı ve huzurlu bir okul
ortamına ihtiyaç duyacağı şüphesizdir. Öğrencinin eğitim gördüğü okul, teknolojik
imkânları gerektiği gibi öğrencisinin hizmetine sunabilen, dersliklerin aşırı
kalabalık olmadığı, ulaşımı kolay, öğrencinin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını
karşılayabilecek uygun altyapıya sahip bir fiziki nitelik taşımalıdır.
Bunun da ötesinde öğrencinin
gününün büyük bölümünü geçirdiği okul ortamı, sosyal ilişkilerin sağlıklı
biçimde kurulup geliştirilebildiği, kişilik gelişimini olumsuz etkileyebilecek
etmenlerin sıfırlandığı, güvenlik endişelerinin akla dahi gelmediği, sağlanan
arkadaşlık ve dayanışma kültürü içinde öğrencinin hem fiziki hem de ruhî
olgunluk aşamalarını huzur içinde geçebildiği bir özelliğe sahip olmalıdır. Bu
açıdan düşünüldüğünde, çok geniş bir yaş aralığında olan ve dolayısıyla insan gelişiminin
ayrı kategorilerinde bulunan öğrencileri aynı yaşam alanlarında bulunduran bir
okul ortamının, bahsedilen özellikleri taşımak şöyle dursun, çocukların
sağlıklı gelişimi adına ciddi tehditler içereceği ortadadır.
Böylesine olumsuzluklar içindeki
bir “okul ortamında”, hangi teknolojik imkânlar, hangi yüksek kalitede eğitim
adamları bulunursa bulunsun sonucun umulanın tam aksi olması kaçınılmazdır. Bu
noktada ülkemiz deneyiminde sorunların bunlarla sınırlı kalmadığına; özellikle
kırsal kesimde kesintisiz eğitim nedeniyle pek çok köy okulunun işlevsiz
kalışına, fizikî şartların yetersizliği nedeniyle yaşanan sorunlara, küçük
yaşlardaki öğrencilerin yatılı bölge okullarında ya da taşımalı eğitim için
tahsis edilen servislerin kat ettiği uzun mesafelerde çektikleri eziyetlere de
dikkat çekmek gerekmektedir. Özellikle kırsal bölgelerdeki ailelerin küçük kızlarını
bu şartlardaki eğitime verme konusundaki ciddi şikâyetleri düşünüldüğünde, bu
uygulamanın okullaşma ve özellikle de kız çocuklarının eğitimi adına sorunlara kaynaklık
ettiği görülmektedir.
Kesintisiz eğitimin neden olduğu
önemli olumsuzlukların bir diğerini ise bu uygulamanın mesleki eğitime vurduğu
darbe oluşturmaktadır. Ülkelerin sosyal ve ekonomik kalkınmaları açısından
yetişmiş insan gücünün ne denli önemli olduğu bilinmektedir. Sınaî gelişimin lokomotifi,
makineler ve enerji girdilerinden önce donanımlı insan unsurudur. Düşünen,
tasarlayan, üreten, uygulayan, geliştiren akıl ve eller yeterli sayı ve
nitelikte değilse, ekonominin üretkenliğinin yerinde saymayı bile başarması
mümkün değildir. Bu noktada, mesleki eğitimin bir ülkenin geleceğini belirleyen
alanlardan biri olduğu gerçeği göz ardı edilemeyecek biçimde karşımıza
çıkmaktadır. Mesleki eğitim sadece ülkenin genel kalkınma sorunu adına değil
ferdin hayata gerekli nitelikleri kazanmış olarak atılması adına da önemlidir.
İnsanları, yararlı ve üretken olabilecekleri meslek dallarına küçük yaşlardan
itibaren yöneltmek ve onlara bu anlamda gerekli eğitimi vermek, toplumun ve
onun örgütlenmiş hâli olan devletin fertlere karşı sorumluluğudur.
Mesleki eğitimden arzu edilen
düzeyde yararlanabilmek için, öğrencinin ilgi ve beceri alanlarının küçük
yaşlardan itibaren tespit edilerek gerekli yöneltme ve yönlendirmelerin
yapılması şarttır. Milli Eğitim Temel Kanununun 6'ncı maddesine göre, fertler,
eğitimleri süresince, ilgi ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda
çeşitli programlara veya okullara yöneltilerek yetiştirilirler ve milli eğitim sistemi
her bakımdan bu yöneltmeyi gerçekleştirecek biçimde düzenlenir. Ancak, 14
yaşını bitirene kadar henüz hiçbir meslek dalına yönelik temel ve hazırlayıcı
eğitim almamış bir öğrencinin, bu yaştan sonra yapılacak yöneltme ve
yönlendirmeler sonucunda alacağı mesleki eğitim arzu edilen kaliteyi sağlamaktan
uzak kalacaktır. Böyle bir süreçte yapılacak tercihlerin de bilinçli ve doğru
tercihler olmasını beklemek mümkün değildir. Mesleki eğitime ilişkin sistemin
içerdiği diğer engellerle birlikte düşünüldüğünde bu yapının gerek Kanunda yer
alan anılan hüküm, gerekse çeşitli Milli Eğitim Şûralarında alınan kararlar ile
meslekî eğitimin geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına yönelik belirlenen
ilke ve amaçlara hizmet edemeyeceği görülmektedir.
Bir eğitim sistemi, insana
kişiliğini ve yeteneklerini doğru biçimde geliştirebileceği alanları açmalı, imkânları
sağlamalı ve onu hayata hazırlamalıdır. İlgi alanı ve becerilerine uygun belli
bir meslek dalına yöneltilmesi hâlinde kendisi için güzel bir hayat kurabilecek
ve hem kendisine ve ailesine hem de ülkesine katkıda bulunabilecek bir
öğrenciyi 14 yaşına kadar bir belirsizliğin içinde tutup, ardından da hiçbir
temel altyapıyı vermeden, yetersiz, yükseköğrenim safhasına geçişi sınırlı
hatta imkânsız, cezbetmekten uzak bir mesleki eğitim tercihiyle karşı karşıya
bırakmak; bu olumsuzluğa rağmen yine de mesleki eğitim almayı tercih edecek
öğrenciyi de o meslek dalının gerektirdiği temelden ve doğru bir seçim yapmak
için gereken rehberlik desteğinden yoksun bırakmak, her şeyden önce o öğrenciye
ve sonra da ülkenin genel menfaatine karşı ağır bir ihmali barındırmaktadır.
Diğer taraftan, AB ülkelerinde ortaöğretim
içerisinde meslekî eğitim oranının % 60’larda, ülkemizde ise henüz % 44’lerde
olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ülkemizde mesleki eğitim oranını
geliştirecek adımların atılması için zaman kaybedilmemesi gerekmektedir.
Mesleki eğitim oranını yükseltmek ve bu eğitimin kalitesini geliştirmek için
yapılması gerekenlerin başında, öğrencilerin ilgi ve beceri alanlarını küçük
yaşlardan itibaren tespit ederek, onları ortaöğrenim aşamasında başarılı olabilecekleri
meslek dallarının temel bilgileriyle donatmak ve bu tercihi cazip, ümit verici,
istenildiğinde farklı alanlara dönüştürülebilen ve yükseköğrenim yolu açık bir
niteliğe kavuşturmak gelmektedir. Gerek ülkemizin 1997’den bu yana kesintisiz
eğitim uygulaması nedeniyle yaşadığı sorunlar gerekse gelişmiş ülkelerin örnek
uygulamaları birlikte değerlendirildiğinde, zorunlu eğitim sürecinin öğrencilerin
yaş grupları, fiziksel ve ruhsal gelişim özellikleri, ilgi ve becerileri temel
alınarak “kademelendirilmiş” ve çeşitli meslek dallarına yönelik eğitimi de
içerecek biçimde “çeşitlendirilmiş” bir nitelik kazanması açısından İlköğretim
ve Eğitim Kanunu, Milli Eğitim Temel Kanunu ve Mesleki Eğitim Kanununda
değişiklik yapılması zorunlu hâle gelmişti.
Bu eksende zorunlu eğitimin
öğrencilerin yaş grupları ve bireysel farklılıkları göz önünde bulundurularak 1
yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve ortaöğretime
hazırlık eğitimi ve 4 yıl ortaöğretim olmak üzere, öğrencilere farklı ortamlarda
eğitim almaya fırsat verecek şekilde 13 yıl olarak düzenlenmesi yönündeki kararı
doğru buluyorum, destekliyorum.
http://twitter.com/zekaikiran
http://twitter.com/zekaikiran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder